“Hesabını bilmeyen kasap ne satır bırakır, ne masat”
Halı olayı O gün holding binasında bir gizli telaş vardı. Patronun odasındaki halı değiştirilecekti. Telaşın gizliliği nerden diye merak eder insan, değil mi? Hemen söyleyeyim. Çünkü patron değişimi istemiyordu; değişimi gizli yapacaklardı. Patronun odasındaki açık renkli yeni halıya bir konuk kahve dökmüştü; leke oluşmuştu. Lekeli halı, patronun sekreterinin içine sinmemişti, değiştirmek istiyordu. Sekreter, patrona “Halıyı değiştirelim” demişti. Patron “O kadarcık şey için koca halı değişir mi? Çekin üstüne sehpayı, kimse görmez” diyerek değişime karşı çıkmıştı. Ama sekreter, kafasına koymuştu; halıyı değiştirecek ve sonra da sehpayı üstüne çekecekti.
Her şey hazırdı. Patron binadan çıkar çıkmaz halıcı çağrıldı. Zaten önceden ölçü alınmış, döşenecek yeni halı binaya getirilip zulaya konmuştu. Halıcı hemen geldi ve lekeli halıyı sökmeye başladı. Ama hiç beklenmeyen bir şey oldu. Patron gideceği yere gitmeden holdinge geri dönüyordu. Bunu haber alan sekreter ve idari işlerden sorumlu kişi ilk fırtınadan korunmak için arazi olmuşlardı. Patron, odasına girdiğinde gördüğü manzara karşısında şaşırdı. Yerde bir adam halıyı söküyordu. Hatta işin yarısını da bitirmişti. Patron “Arkadaş ne yapıyorsun burada?” diye sordu. Sesin geldiği yere dönen halıcı, patronu görünce tanıdı. “Efendim, halıyı söküyorum, yenisini döşeyeceğim.” Patron sordu “Neden söküyorsun?” Halıcı, lekeyi göstererek “Efendim burası lekelenmiş” Patron çok samimi bir sesle sordu “Arkadaş, elini vicdanına koyarak söyle. Bu halı senin olsa, sen bu kadarcık leke için koca halıyı değiştirir miydin?” Halıcı, vicdanlı adamdı, lafı hiç dolandırmadan cevabı verdi “Değiştirmezdim.” O zaman patron coştu “Arkadaş, peki ben niye değiştireyim ki? Bana ağa diyorlar diye, sen beni hacıağa mı sandın? Hadi bakalım git işine...”
Tasarruf bilinci
Yukardaki olay yıllar önce, tanınmış bir holdingte geçti. O patron bir odadaki halıyı değiştirmeye gücü yetmeyecek birisi miydi? Hayır. İstese koca semti baştan başa halıyla birkaç kez döşetebilirdi, maddi olarak hiç etkilenmeden. Ama bir tasarruf mesajı vermek istiyordu. Bunu da kendi odasındaki bir olayla simgeliyordu. “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” tipi bir kişi değildi. Gerçekten de o halıyı değiştirmek vicdanını sızlatıyordu. Holdingin en büyük ortağı idi. Yani harcanacak para kendi cebinden çıkıyordu. Patron, kazancının değerini biliyordu. Peki, halısı lekeli diye itibarından bir şey kaybetti mi? Kaybetmedi. Çünkü itibarı halıda, mobilyada, binada arayacak kadar görgüsüz değildi.
Kaynaklar her zaman kısıtlıdır. Bu kaynakların akıllıca ve ziyan edilmeden kullanılması gerekir. Gerekli olmayan, gösteriş amaçlı harcamaları sadece aptal mirasyediler yapar. Sanırlar ki o kaynak hiç bitmeyecek. Parayı kendileri kazanmadığı için o birikimlerin hangi emekle ve nasıl yapıldığının farkında değildirler; satıp savarlar; har vurup harman savururlar. Sonları hüsran olur. Ne demiş atalarımız: “Hesabını bilmeyen kasap, ne satır bırakır, ne masat.”
Son söz
Tasarruf, sürdürebilirliğin esasıdır. Kaynakların, ziyan edilmeden, akıllıca kullanılması gerekir. Bu bilinci çocuklarımıza aşılamalıyız ki kendileri de bir aile kurduklarında hesaplarını bilsinler; namerde muhtaç olmasınlar. Çocuklarımıza tasarrufu öğretmeliyiz ki bir şirket yönetiminde yer alırlarsa, sermayeyi kediye yüklemesinler. Çocuklarımıza değer bilmeyi öğretmeliyiz ki bir gün devlet yönetiminde yer alırlarsa, kendilerine emanet edilen beytülmala sahip çıksınlar, çarçur etmesinler, günaha girmesinler.