Hesaba katılması gereken olgular
Şu günlerde Türkiye’de uygulanmak üzere kısa döneme ilişkin ekonomi politikası tavsiye eden, yani para ve maliye politikalarının şu ya da bu biçimde değiştirilmelerini öneren herkesin dikkate alması gereken bazı olgular var. Bunları hesaba katmadan, mesela faiz düşürün ya da kredi açma koşullarını kolaylaştırın demek istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Nedir bu olgular?
1) Yurtdışından borçlanmaya son derece mahkûmuz. Dışarıdan gelecek finansmanla önce vadesi gelen dış borcumuzu ödemek zorundayız. Bunun üzerine ne kadar dış borç bulabilirsek ancak o kadar cari açık verebiliriz. Farklı bir ifadeyle, mal ve hizmet ihracatından fazla mal ve hizmet ithalatı yaptığımız için, aradaki fark kadar yurtdışından borçlanmamız gerekiyor. Vadesi gelen dış borcumuzu ödemek zorunda olduğumuza göre, bunun üzerine ne kadar borçlanabiliyorsak o kadar mal ve hizmet ihracatımızdan fazla mal ve hizmet ithal edebiliriz.
2) Mal ve hizmet ithalatı ihtiyacı durup dururken ortaya çıkmıyor. Yatırımın ve tüketimin düzeyince belirleniyor. Daha az ithalat daha az tüketim ve yatırım demek. Dolayısıyla, daha az mal ve hizmet ithal edebiliyorsak, açık ki daha az büyümeye (daha az üretmeye) mahkûm oluyoruz.
3) Yurtdışından borçlanma olanaklarını iki ana unsur şekillendiriyor: Türkiye’nin riski ve bizim riskimizden bağımsız olarak dış finansal piyasalarda yaşananlar.
4) Düzgün bir ekonomi politikası uygulayabiliyorsak ekonomik riskimiz azalıyor. Mesela disiplinli bir para, maliye ve finansal istikrar politikası. Ama ekonomik riskimizi sadece bunlar belirlemiyor. Bu politikalar düzgün olsa bile biriktirdiğimiz sorunlar bazı ortamlarda bizi daha riskli kılabiliyor. Mesela birinci maddedeki sorun yüzünden dış borcumuz, özellikle de şirketler kesiminin dış borcu fazla. Bu fazlalık, dış finansman koşullarının bol olduğu bir ortamda sorun teşkil etmiyorken, dış finansman olanaklarının azaldığı bir ortamda önemli bir sorun haline dönüşebiliyor.
5) Sadece şu anda düzgün bir ekonomi politikası uygulamak yetmiyor. İleride de bu düzgün politikaların süreceğine herkesin ikna olması gerekiyor ki ekonomik riskimiz artmasın. Mesela para politikasından sorumlu Merkez Bankası’na siyasi baskıların artması, bu kurumun yakın gelecekteki kararlarını siyasi baskı nedeniyle alacağı yolunda bir algılama doğurabilir. Bu algı Türkiye’nin ekonomik riskini artırır.
6) Sadece ekonomik risk değil siyasi risk de önemli. Son aylarda yaşadıklarımız siyasi riskin aniden artabileceğini gösterdi. Önümüzde iki tane seçim var.
7) Hem ekonomik hem de siyasi riskimizi kontrol altında tutsak bile, yüzde 4-5 dolaylarındaki bir büyümeyi finanse edecek kadar yurtdışından finansman sağlayacağımızın garantisi yok. Çünkü ekonomik ve siyasi riskimizin yüksek olmaması arzu ettiğimiz kadar dış borç bulabilmemizin gerekli koşulu. Ama yeterli değil. Uluslararası finansal piyasalardaki koşulların da uygun olması gerekiyor. Bizden bağımsız nedenlerle risk algılaması yüksek olabilir mesela.
8) Önümüzdeki birkaç yıllık dönemde, uluslararası finansal piyasalardaki ana eğilim, özellikle bazı kırılganlıkları göze batan yükselen piyasa ekonomileri açısından olumlu olmayacak. Bu ana eğilim etrafında dalgalanmalar olabilir. Mesela son birkaç haftada gördüğümüz gibi geçici iyileşmeler yaşanabilir. Ama ana eğilim olarak bizim gibi ülkelerin dış finansman koşullarının son birkaç yıla kıyasla az olacağı anlaşılıyor.
9) Bu ana eğilim ABD Merkez Bankası’nın (FED) almakta olduğu kararlar tarafından şekillendiriliyor. FED şimdilik parasal gevşemeyi azaltıyor. Bir sürpriz yaşanmazsa sonbaharda bu süreci sonlandıracak. Arkasından faiz artırımı başlayacak.
10) ABD on yıllık devlet tahvillerinin faizi önemli bir gösterge. Mayıs ayındaki FED açıklamasından önce yüzde 1.7 düzeyindeydi. Şu anda yüzde 2.6-2.7 arasında dalgalanıyor. Yüzde 2 enflasyon artı yüzde 2 reel faiz diye düşünülürse, bu faizin ‘normal’ düzeyinin yüzde 4’ün biraz üzerinde olduğu ortaya çıkar. FED’in kararlarına bağlı olarak bu faiz de süreç içinde yükselecek. Böylelikle, ABD tahvillerinin cazibesi yükselen piyasa ekonomilerinin tahvillerine göre artacak ve bizlere dış finansman girişi olumsuz etkilenecek.
11) Avrupa Merkez Bankası, Almanya ikna olup da yeni bir parasal gevşemeye giderse, FED’in yaratacağı olumsuzluğu (bizim gibi ülkelere daha az finansman gelmesi) bir miktar azaltabilir ama tümüyle ortadan kaldıramaz. Kaldı ki Almanya’nın ikna olacağı, ikna olsa bile bu parasal gevşemenin yeteri kadar yüksek olacağı da şüpheli.
12) Bu koşullar altında Türkiye’nin büyüme oranını yükseltebilmek için uygulayabileceği kolay bir politika yok. Olmadığı gibi son günlerde ortaya atılan öneriler, yukarıdaki analiz çerçevesinde çok riskli politikalar.
13) Kolay bir politika yok ama oldukça zorlu bir politika var. Türkiye’nin önce dış finansman biçiminin kalitesini artıracak şekilde daha iyi bir yatırım ortamı sağlayıcı adımları atması gerekiyor. Yetmez; cari açığını azaltıcı reformlar (mesela daha donanımlı işgücü oluşturmak) üzerinde kafa yormalı. Yetmez; dış finansmana bağımlılığını azaltmak üzere yurtiçi tasarruf oranını artırmaya uğraşmalı.
14) Bunların hepsinin ön koşulu daha fazla demokrasi, daha fazla hukukun üstünlüğü.