HES gerçeği
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütçe görüşmelerinde Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun HES’lerle ilgili birbirinden farklı açıklamaları HES gerçeğine tekrar bakmamızı gerektiriyor.
Bakanların yapmış olduğu açıklamaları kısaca hatırlamakta fayda var; Dün itibariyle istifasını açıklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Türkiye, yılda 60 milyar dolardan daha fazla enerji ithalatına para veren bir ülkedir. Nükleer santral yapmadan biz bu işin altından kalkamayız. HES’lerle bu iş olmaz. HES’lerle haklısınız ufak dereleri mahvediyoruz. Artık 10 megavattan daha aşağı enerji üretecek HES’lere izin vermeyeceğiz” derken; Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise, geçtiğimiz günlerde başlayan soğuk havalar sonucu doğalgaz santrallerinden yeterince elektrik üretilememesinden ve birtakım teknik arızalardan kaynaklı elektrik kesintilerinin yaşandığı günlerde, “HES’lere karşı çıkılıyor ama HES’ler olmasaydı bugün Türkiye elektriksiz kalacaktı” demişti.
Sorunumuz belli. Enerji ihtiyacımız var ve her geçen gün artıyor. Üstelik bu ihtiyaç mevsime göre birdenbire büyük artışlar da gösterebiliyor. Bu ihtiyacımızı ya imkânlar el verdiği ölçüde - insana ve çevrenin korunmasına azami özeni göstererek- kendimiz üreteceğiz ya da ithal edeceğiz.
Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) verilerine göre Türkiye’nin Kasım 2013 itibariyle kurulu gücü 62.147 MW ve bu güç dçalışan 895 adet santral tarafından sağlanmakta. Hidroelektrik kaynaklı santrallere baktığımız zaman ise bu gücün 72 santralle 16.041,2 MW’lık kısmının hidrolik barajlı santrallerden, 383 adet santralle de 5.833 MW’lık kısmının hidrolik akarsu santrallerinden oluştuğunu görmekteyiz. Hidroelektrik santrallerin toplam kurulu gücü ise Türkiye’nin elektrik enerjisi kurulu gücünün yüzde 35,2’ine tekabül etmekte. Her ne kadar kurulu güç aynı oranda üretim yapıyor anlamına gelmese de bu rakamlar hidroelektrik santrallerinin Türkiye için ne kadar vazgeçilemez olduğunu göstermekte.
Tartışma daha çok hidrolik akarsu santralleri etrafında yapılmakta çünkü 383 adet santralin üretimi 6.000 MW ‘yı bulmamakta. Bütün bunlara bakınca da Sayın Bayraktar’ın yaklaşımının yanlış olduğunu söylemek zor görünüyor.
Ancak konuyla ilgili olarak konuştuğumuz uzmanlar Türkiye’de artık 10 MW’nın altında santral projesine müracaat edilecek alanın varlığı konusunda soru işaretleri olduğunu belirtirlerken, lisans almış ve süreci başlatmış ancak henüz üretim aşamasına geçmemiş santral projelerinde hak kayıplarına ve mağduriyetlere sebebiyet vermeden tüm küçük ölçekli HES projelerinin elden geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bazı uzmanlar ise konunun henüz gündeme gelmeyen bir başka yönüne dikkat çekiyor. O da barajlardaki ve derelerdeki su seviyelerindeki azalmalar. Uzmanlar, özellikle hidrolik akarsu tipi santrallerin büyük çoğunluğunun kredi ile yapıldığını, kredilerin ödenebilmesi için elektrik üretiminin olması gerektiğini söyleyerek su seviyesindeki azalışlar nedeniyle üretimde ciddi kayıpların olduğunu belirtiyorlar. Su seviyesindeki azalışların, doğaya bırakılması gereken can suyundan vazgeçişlere sebebiyet verebileceğini açıklayan uzmanlar, yeni çevresel sorunların kapıda olduğunu hatta elektrik üretim kayıplarının sektörde el değiştirme ve batmalara neden olabileceğine dikkat çekiyorlar.
Doğal olana yapılan her müdahale gibi santral inşaatlarının da çevreye bir etkisi oluyor. İşin uzmanlarının da belirttiği üzere, ekonomik olarak 10 MW’lık bir santral inşaatının maliyeti ve çevreye etkisi 1 birim iken 20 MW’ lık bir santral inşaatının maliyeti ve etkisi x2 değil. Üstelik bu santrallerde kullanılan malzemelerin büyük oranda ithal edildiğini de unutmadan enerjimizi ve gücümüzü mümkün olduğunca büyük ölçekli hidroelektrik santrallerine yönlendirmekte fayda bulunmakta. Ancak bunu yaparken de planlama aşamasından inşa ve üretim aşaması ve sonrasına kadar her aşamada olabilecek olumsuzluklar hesaba katılmalı ve ona göre süreç titizlikle yürütülebiliyor olmalı...