Her şeyi tek kalıba sokmaya çalışmak çözümsüzlük getiriyor
Demokratikleşme Paketi’nde Alevi vatandaşlarımızın bekleyişlerine cevap verilmediği, sadece bir üniversiteye Alevilerin beğeneceği bir ismin verilmesinin yeterli olmadığı muhtelif vesilelerle dile getirildi. Başbakanımız da yaptığı açıklamalarda, mevcudu başka paketlerin izleyeceğini, çalışmaların sürdüğünü bildirdi. Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre, Alevi vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak adımların atılması, muhtelif Alevi grupların ne istedikleri konusunda anlaşamamaları nedeniyle gecikiyormuş. İlk bakışta, hükümetin herkesi memnun edecek bir formül araması tabii gözüküyor.
Bu durum karşısında, aklıma münasebetsiz bir soru geliyor: Acaba biz neden tüm Alevilerin tek kalıp içinde ele alınmasını istiyoruz ki? Kimi Alevi örgütleri devletten maaş alan dedeleri uygun buluyormuş, kimi buna karşıymış. Benzer başka konularda da ayrışmalar olduğu anlaşılıyor. Varsın olsun, bırakalım, herkes istediği gibi örgütlensin. Devlet de, herkesin din işlerini istediği şekilde yürütmesine elverişli yapıyı oluşturmaya çalışsın. Herkesi aynı kalıp içine sokmaya uğraşmasın. Hatta bir formül önermeme müsaade ediniz: Devletin din işleri için yaptığı toplam harcamanın fert başına düşen miktarını hesaplasın. Her isteyen kendi cemaatini kursun, üye sayısına göre de devletten para alsın. Vatandaşların başka kuruluşa verilmesini talep etmediği tahsisat Diyanet İşleri’ne kalsın ama bu kuruluş devlet kurumu olmaktan çıkarılsın. TC kimlik numarası kimlerin parasını nereye vereceğini belirlemekte kullanılabilir.
Önerimi çok aykırı bulabilir, istenmeyen sonuçlara yol açacağını söyleyebilirsiniz. Haklısınız. Ben sadece herkesi aynı kalıbın içine sıkıştırmak yerine, bireylerin daha özgür ve istediği gibi yaşamasına elverişli yollar üzerinde düşünmemiz gerektiğine işaret etmek için bir örnek vermek istedim.
Tek kalıp sevdası sadece din alanına inhisar eden bir durum değil. Biz diğer kurumlarımızı da tek kalıba sokma, tek tipleştirme zihniyetine o kadar alışkınız ki, toplumda birçok faaliyet alanının aslında çoğulcu bir biçimde yapılandırabileceğimiz aklımıza bile gelmiyor. Belki yanılıyorum ama çoğulculuğu karışıklık, sistemsizlik, disiplinsizlik, anarşi gibi olgularla eşanlamlı olarak görüyoruz. Halbuki çoğulculuk farklılaşmanın tabii karşılanması demek. Toplumsal hayatın herhangi bir alanında birbirinden farklı yapılaşmalar, yine de aynı işlevi yerine getirebilirler.
Şu ana kadar insanların dini ihtiyaçlarının karşılanması üzerinde durduk. Pekiyi, başka alanlar çok mu farklı? Örneğin yüksek öğretimi ele alalım. Biz tüm yüksek öğretim kurumlarını aynı kalıplar içine sokmaya çalıştık. Örneğin, meslek yüksek okullarını üniversitelerin bir parçası yaptık, esas fonksiyonlarına uzaklaştılar. Uygulamadan çok teorik öğretime yer veren yapılar oldular. Bütün üniversitelerimizi eşit tutan, dolayısıyla her üniversitenin kendisini iyileştirmesi için gereken motivasyonunu zayıflatan bir yapı oluşturduk. Böyle bir yapıda öğretime yenilik getirmek de zor. İsterseniz örnekleri uzatmayayım.
Çoğulculuğu içimize sindiremediğimiz için, birçok sorunumuzu çözmekte zorlanıyoruz. Her şeyi aynı kalıba sokmaya çalışmak çözümsüzlük getiriyor. Başta siyasilerimiz, çoğulculuğu içselleştiremiyoruz. Demokrasimiz dahi aksıyor!