Her şey yoluna girdi mi?
Küresel düzeyde finansal piyasaların bekle ve gör eğilimi sergilediği, içeride ise bilançolar yanı sıra beklentilerin daha da bozulmasını engelleyecek şekilde savunma pozisyonunun ön plana çıktığı bir haftayı geride bıraktık. Döviz kurları dalgalandı fakat önemli bir değişiklik yaşanmadı, diğer pazarlar buna koşut salınımlar sergiledi. Risk taşıyanları tedirgin edecek türden bir ekonomi yönetimi değişikliği veya korkulan şekilde bir faiz ayarlaması gerçekleşmedi. Ancak bu tablo kesinlikle belirsizlik ve kırılganlığın azaldığı anlamına gelmiyor. Uluslararası alanda Amerikan Dolarının değerlenmeye devam edebileceği ve faizlerin daha önce öngörülenden erken yükselebileceği yönündeki beklentilerin güçlenmeye devam etmesi sabır sınırlarını zorluyor. Euro bölgesine ilişkin endişelerin artması ve jeopolitik gerginlikte her hangi bir gerileme yaşanmaması gibi ek faktörler de olumlu düşünmeye izin vermiyor.
Bu aşamada özellikle Merkez Bankasının aldığı karar ve öne sürdüğü değerlendirmelerle ne mesaj verdiğini irdelemek, yeni Hükümet yapısı içindeki değişiklikleri de bu çerçevede yorumlamak gerekiyor. Para otoritesi ikinci yarıyıla ilişkin enfl asyon öngörüsünün tutmadığını itiraf ediyor; sapmayı jeopolitik gelişmeler ve kuraklığın gıda fiyatları üzerindeki etkisi ile açıklamaya çalışıyor. Durum böyle olunca da siyasi iradenin talep ettiği ölçüde bir faiz gerilemesi yapamıyor ve kredi akışkanlığı artamıyor. Bir yandan durgunlaşma ve diğer yanda enflasyon baskısı hareket yeteneğini daraltırken fiyat istikrarının korunabilmesi, dış koşulların düzelmesine tam bağımlı hale getiriyor. Yeni Hükümet yapısı ise bu keyfiyetin anlaşıldığı ve kabullenildiği konusunda hiçbir şey söylemiyor; fakat finansal piyasalar, zorlayarak da olsa duymak istediğinin gerçekleştiğini varsayarak günü kurtarmaya çalışıyor. Dış piyasaların olumsuzlaşmaya devam etmesi durumunda ne tür tercihlerin devreye gireceğine pek dikkat edilmiyor ve halen hiç kimse de bu olasılığı konuşmak ve fiyatlamak istemiyor. Duymak ve görmek istenmeyen gelişmelerin yaşanmayacağını varsaymak, orta vade de kırılganlığı artırarak yıkıcı paniklere yol açabilecek tehlikelere karşı çaresiz durumda olduğumuzu düşündürüyor. Hayal dünyasına dalarak gerçeklerden kaçmanın, hiçbir dönemde çözüm olamadığını da unutmamak gerekiyor.
ABD Ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğinde beklenenden hızlı büyümesi, hisse senetlerinin yeni rekorlar kırması gibi eğilimleri de fazla abartmadan doğru yorumlamak gerekiyor. Arap Baharından bu yana gelişmekte olan ekonomiler durgunlaştıkça riskten kaçınma eğilimi güçlendi, güvenli liman arayışı daha belirleyici hale geldi. ABD deki her olumlu gelişme, kısmen gelişmekte olanlardaki bozulan beklentiler sayesinde gerçekleşti. Yoksa günü kurtarmaya çalışanların iddia ettiği ve pazarlamaya çalıştığı gibi ABD Ekonomisi tüm sorunlarından kurtulup normalleşmeye başlamadı. Olumlu tarafı abartıp, madalyonun diğer tarafını görmezden gelmek olumsuz enerji biriktirmekten başka bir anlam taşıyamadı. Geride bıraktığımız hafta genelinde içeride yaşadığımız gelişmeleri ve geleceğe yönelik beklentileri bu çerçevede değerlendirmek daha isabetli olabilir.
İsteyen kafasını kuma gömüp herkesin kendisi gibi düşündüğünü ve her şeyin düzeleceğini varsayarak rahat uyumaya çalışabilir. Etkili ve yetkili kesimlerin olduğu gibi görünmekten ısrarla kaçındığını ve artık eskisi kadar belirleyici olamadıklarını fark edenler ise fırsattan yararlanarak, risklerini azaltma çabasını artırabilir. Sonuçta herkes ne ekti ise onu biçecek!