Her başyapıtın altında yatan...
Merak... Tutku... Başarının sihirli sözcüklerinden ikisi. Ne yazık ki eğitim sistemimiz bunları yeterince geliştirmemize olanak tanımıyor. Hattâ bu yönde çabalayanlara gerekli şansı vermeyerek örneğin geleceğin başarılı işadamlarının, sanatçılarının, yazarlarının, mühendislerinin, gastronomlarının ortaya çıkma olasılığını da düşürüyor.
Geçtiğimiz günlerde gastronomi dersleri veren hocalardan birisiyle konuşurken anlattıkları karşısında dehşete düştüm, desem yeridir. Çoğunluğu babalarının satın aldığı binlerce dolarlık bıçak takımını kullanamayan, barbunya ile kuru fasulye arasındaki farkı bile bilmeyen, ders sonunda tezgâhını ücret karşılığında başkalarına temizleten öğrencilerden söz ediyordu...
Gastronomi, severek isteyerek seçilen bir dal değil mi? İnsan, aşçı olmayı düşünmüyorsa neden böyle bir okula gitsin ki?!
Ama gidiliyordu işte. Kısa sürede başarıya kavuşacak bir restoran açmak, bile yeterince bir neden olabilir miydi?! Ama yeterince merak ve tutku olmayınca, yalnızca varolan sermayenin yatırılması ile kurulan işle gelen bir başarı, başarı mıdır?
Son günlerde seyrettiğim iki filmden söz etmek istiyorum. İkisi de gastronomi ile ilgili. Biri, “Jiro Dreams of Sushi,” 2011 yapımı. Diğeri “Tampopo,” 1985 yapımı. İlki suşi, ikincisi ramen üzerine. Yani Japonya’nın iki lezzeti filme alınmış. “Jiro Dreams of Sushi,” Tokyo’da yaşayan ve dünyanın 3 Michelin yıldızlı tek suşi lokantasının sahibi Jiro Ono’nun çalışma ortamını, düzenini, ailesiyle olan ilişkilerini, elbetteki suşi yapımının inceliklerini anlatan bir belgesel. Jiro Usta 85 yaşında ve işinin başında. Dünya çapındaki başarısına, bilinirliğine rağmen bıkıp usanmaksızın suşi yapımında mükemmele ulaşmanın yollarını araştırıyor. Neredeyse her gece rüyasında suşi görüyor.
Diğer filmde ise oğluyla yaşayan orta yaşlardaki Tampopo mütevazı bir ramen restoranı işletmekte. Ama ramenleri yeterince lezzetli değil, kocasından gördüğü gibi yapıyor. Bir gün dükkâna gelen kamyon şoförü Goro ile başlayan dostlukları, ona Japonya’nın en iyi ramenini yapma yolunu açıyor. Goro’nun öncülüğünde Tampopo idman yapıyor, rakiplerinin çöplerini karıştırıyor, gurme berduşlardan tiyolar alıyor; çalışıyor, çabalıyor, gece gündüz demeden ramen ile yatıp kalkıyor.
Hemen burada filmde hazırlanış inceliklerini öğrendiğimiz ramenden de söz edeyim. Bizim eriştenin Japon mutfağındaki adı diyebiliriz. Genellikle et suyu ile yapılıyor ve dilimlenmiş et, kurutulmuş deniz yosunu, yeşil soğan, mısır gibi üst malzemeler ile servis ediliyor.
Jiro’nun büyük oğlu yanında kalmış, ondan sonra lokantanın başına geçmek için hazırlanıyor. Hâlen suşileri o yapsa da herkes, işin başındaki mükemmeli arayan babanın lezzetiyle anıyor dükkânı. Küçük oğul ise kendine ait bir suşi lokantası açmış. Jiro usta her gün işe trenle gidiyor, yalnızca balıkları pazardan almayı 10 yıl önce oğluna bırakmış!
Her iki film de merakın, azmin, disiplinin, tutkunun, aşkla bağlı olmanın, heves duymanın asla bitmeyeceğinin ve sonunda bir başyapıta dönüşebileceğinin çok güzel iki örneği.
Gastronomi bölümlerinde gösterilmiş midir, bilmiyorum... Hatırladığım kadarıyla “Tampopo” İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin “En İyi Yemek Filmleri Etkinliği” nde yer almıştı.
İşini rüyalarına girecek kadar sevenlerin çok olduğu bir dünya umuduyla...