Hem risk, hem fırsat…

Levent AKBAY
Levent AKBAY AÇI KARŞI AÇI [email protected]

Haziran ayında cari fazla genel bir sevinç yarattı. Ödemeler dengesi krizinden uzaklaşıldığı şeklindeki yorumlar da memnuniyeti besledi. TL henüz bir tasarruf aracına dönüşmüş olmasa da, dolarizasyon henüz hız kesmiş olmasa da yaz aylarında döviz biriktirebilir hale geldik.

Enerji fiyatlarında düşüş, altın ithalatındaki yavaşlama, ithalatı teşvik etmeyecek kredi politikası da bu sürecin destekleyici unsurları arasında yer aldı.

Ticaret Bakanı Ömer Bolat cari dengedeki iyileşmeyi sürdürmek için başta mal ve hizmet ihracatını artırmak üzere kararlılıkla çalışılacağını açıklayarak “Ekonomimiz deki önemli bir yapısal dönüşüm alanı olarak cari işlemler hesabındaki kalıcı iyileşme, makro-finansal istikrarı kuvvetlendirerek inovasyon odaklı yatırım ve üretim, ihracat, istihdam önceliklerimiz kapsamında sürdürülebilir refah artışı için önemli bir kazanım olacaktır." dedi.

Cari işlemler hesabında kalıcı iyileşmenin geçici olmamasını sağlamak kuşkusuz önemli. Ancak dış ticaret rakamlarını incelediğinizde ihracat artışının kolayca gerçekleşmediği de ortada. Tersine uzun yıllardır dış ticarette açık verildiği, istisnasız her yıl ithalatın ihracattan fazla olduğu görülüyor. Uzun dönemli rakamlar bu gelişmeyi daha net gösteriyor.

Örneğin 2010 yılında 113,8 milyar dolar olan yıllık ihracatı 2022’de 254,1 milyar dolara çıkarmışız. Buna karşın 2010’da 185.5 milyar dolar olan ithalatı ise 2022’de 363,7 milyar dolara çıkarmışız. Bu ürede ihracatta sağladığımız artış 140,3 milyar dolar, ithalatta yaşanan artış ise 178,2 milyar dolar. İthalat ihracattan 37,8 milyar dolar fazla daha artmış.

Bu süre zarfında 2 trilyon 275 milyar dolarlık ihracat geliri sağlamışız. İthalat giderimiz ise 3 trilyon 269 milyar dolar olmuş. Bu dönemde arada yaklaşık 1 trilyon dolarlık negatif fark görülüyor.

Tercih edileni ihracatta olağanüstü bir artış sağlamak. Olmadı, ithalatta keskin olmasa bile dengeli bir düşüş. Aksi takdirde bu farkı her yıl bize döviz kazandıran diğer faaliyetlerle yerine koymak zorunda kalıyoruz. Örneğin turizm, hizmet gelirleri, müteahhitlik gelirleri, yabancı sermayeden yatırım gelirleri…

Bunlar da yetmezse dış borç , net hat noksan ya da rezervden takviyenin devreye girmesi kaçınılmaz oluyor. İthalat artışının hız kesmesi için ‘yerlileşme’ çabaları da çok önemli. 2014 yılında İthalata Bağımlılığın Azaltılması Programı Eylem Planı diye bir hazırlık da başlamıştı. Hangi kurumun, hangi alanlarda neler yapması gerektiği bir takvime bağlı olarak bu planda yer alıyordu.

Elektrik enerjisinden kimyasal ürünlere, etten süte, pamuktan tohumculuğa, demir çelikten toryuma kadar bir çok alanda eylem planları oluşturuldu. Ancak on yıla yakın bir süre geçmesine karşın göründüğü kadarıyla ithalatta bağımlılığı azaltacak dönüşüm çabaları henüz umulan sonuçları vermedi.

Yerlileşme çabalarının et ve sütü, sebzeyi ve çayı, gübreyi ve pamuğu kapsaması da ilginç. İlginç ama yersiz değil. ‘Neden?’ diyecek olursanız; eskinin kendine yeterli bir tarım ülkesi olarak 2010 sonrasında tarım, orman ve balıkçılık ürünlerine toplam 125 milyar dolar para ödemişiz. Canlı hayvanlar ve gıda ürünleri için 105,5 milyar dolarımız gitmiş. 2012 sonrasında sadece hububat ithalatı için 34 milyar dolar para harcamışız. Meyve ve sebze ithalatı için 19,4 milyar dolar ödemişiz.

Kahve, çay, kakao için harcanan döviz 11,5 milyar dolar. Hayvanlar için gıda maddelerine giden para ise 18,5 milyar dolar. Şu iptal edilen ‘Tarım Koridoru Anlaşması’ da dünya için gıda güvenliğinin önemini ayrıca ortaya koydu. Bu nedenle tarım, ihtiyaçların karşılanması, ülke potansiyeli ve ekonomik denge bakımlarından hem risk, hem fırsat olarak görünüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Planlamaya geri dönüş 18 Eylül 2023
17. Madde 15 Eylül 2023
Asıl fren 2024’te… 13 Eylül 2023
Enflasyon birikirse!.. 06 Eylül 2023
Enflasyonda atalet 04 Eylül 2023
Kepenkler kapanmasın… 01 Eylül 2023