Heidelberg'te birkaç saat

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

ODAK / Faruk Şüyün [email protected] Yemyeşil Heidelberg'e yağmur yağıyor. Dağların zirvelerindeki bulutlar vadideki kentin üstüne çökmüş, pusların arasında bir görünüp bir kaybolan hayalet şehir görüntüsü oluşturuyorlar. Odenwald Ormanı'nın içinden yeşil bir yoldan incir ve badem ağaçlarının arasından geçerek tırmandığımız tepeden seyrediyoruz eski şehiri (alt stadt). Orası ve terasından baktığımız kırmızı kum taşından inşa edilmiş şato, UNESCO tarafından dünya insanlık mirası listesine dahil edilmiş. Heidelberg Almanya'nın en eski üniversitesinin bulunduğu, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılmadan kalan ender şehirlerden birisi. Bugün 30 binin üzeride öğrencinin okuduğu üniversitenin (Ruprecht-Karls Universitaet Heidelberg) kuruluş tarihi 1386. Kenti ikiye bölen Neckar Nehri, salına salına akıyor aşağıda. 1248'de inşa edilmiş tarihi köprüyü, masal dünyasının samimiliğini taşıyan evleri sislir izin verdikçe görmeye çalışıyorum. Tanrım ne kadar romantik; yaşanacak, âşık olunacak bir kent diye düşünüyorum. Ne diyordu şarkı: "Bir yaz akşamıydı, yirmi yaşındaydım, onun kırmızı dudaklarını, altın sarısı saçlarını öptüğümde. Gece maviydi, sevinçliydi de. Neckar aynı saflığıyla duruyordu; işte o zaman anlamıştım, bütün bunların ne demek olduğunu: Kalbimi Heidelberg'de kaybetmiştim." Bense kaybetmekten, kahırdan bıkmış, bulmayı, bulmayı istiyordum... Her yıl 4 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan bu şatonun hemen her yerindeki Japon turistler yağmura aldırmadan çılgınca fotoğraflar ve filmler çekiyorlar. Şatodaki Alman Eczane Müzesi, 220 bin litre şarap doldurulabilen dev fıçı görülmesi gereken yerlerden. Vaktimiz olsa ve de yağmur izin verse eski üniversite binasını, üniversite kütüphanesini, Almanya'nın ilk cumhurbaşkanı Friedrich Ebert'in doğduğu evi, Filozoflar Yolu'nu, Sanat Müzesi'ni, Botanik Bahçesi'ni, Carl Bosch Müzesi'ni ziyaret edeceğiz, ama bu yapıların yalnızca önünde geçip Hapupstrasse'deki kentin en güzel pastanesi Caf�-Garten Schatfheutle'de pasta yemekle yetiniyoruz. Yalnızca buraların içini göremediğimiz için değil, kitapçıları ve kütüphaneleri ile de tanınan bu şehirde dört-beş katlı eski kitap satan dükkânlara giremediğimiz, Almanca bilmediğim için de hayıflanıyorum. İlk kitapçı 1593 yılında üniversitenin tam karşısına açılmış. Kentte oyuncakçı dükkânları da revaçta. Çocukluğumuzun kurşun askerleri, peluş oyuncaklar, süpürgeye binmiş cadılar vitrinleri süslüyorlar... Üniversite kütüphanesinin önünden geçerken elimdeki rehberi karıştırıyorum: 4 ana fakülte (Teoloji, Hukuk, Tıp, Felsefe) ile açılan üniversite 1890'da Fen Fakültesi'ne kavuşmuş ve daha sonra 1969'daki eklemelerle toplam fakülte sayısı 16'ya çıkmış. Yabancı öğrencilere en çok kontenjan ayıran üniversitelerin başında geliyor. Üçü fizikten, üçü tıptan altı Nobel ödülü var öğretim üyelerine. Özellikle tıp ve fizik alanında önemli araştırma merkezlerine sahip. Max-Planck Astronomi Enstitüsü de burada. Kütüphanesindeki kitap sayısı yaklaşık 3 milyonla ifade ediliyor. 400 bin yıllık olduğu sanılan 'Heidelberg Çene Kemiği' fosili de üniversitenin jeoloji bölümünde. Hegel, 1816-1818 yıllarını bu üniversitede bulunmuş. Almanca Dil Okulu'na dönüştürülen Max Weber'in evini unutmamalı. Heidelberg bilim şehri olarak görmek istiyorsak öyle, bir masal kent olarak tanımlayacaksak bu da geçerli bir yer... Dokusu bozulmamış bir Ortaçağ kenti olarak da nitelendirilebilir. Ama bir gerçek var ki birkaç saatte keşfedilebilecek bir mekân değil. Almanya'nın o tekdüzeliği içinde Hamburg ve Köln'den sonra keşfettiğim bir vaha. Yeniden gidecek ve bu kez birkaç gece kalacağım mutlaka keşfedebilmek için yaşayamadıklarımı...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar