Hedy Lamarr: Artist ve mucit
Dünya sinemalarına sıra dışı bir kadının çok sıra dışı hayatı belgesel olarak geliyor. Amerikalı sinema artisti, 1938-1950 arasında en parlak dönemini yaşayan, 2000’de 85 yaşında ölen Hedy Lamarr. Sadece “dünyanın en güzel kadını” değil, aynı zamanda ileri teknoloji patenti sahibi: Hem de öyle bir patent ki bugün ceptellere, GPS, WiFi, Bluetooth teknolojisini sağlayan bir patent. Üstelik, taa 1942’de almış bu patenti. Ama kader-kısmet, 1960’lara kadar önemi anlaşılmamış. 1976’dan sonra ve hele dijitalleşmeyle birlikte vazgeçilmez bir temel teknoloji olmuş.
Hedy Lamarr, Avusturya’da varlıklı, yüksek eğitimli bir Yahudi ailenin kızı. Gerçek adı Hedwig Kiesler. Olağanüstü güzelliğiyle filmcilerin dikkatini çekti. O döneme göre sadece Orta Avrupa değil, ABD’de bile “fazla” açık saçık bir rolle hem beğenildi, hem eleştirildi. Bir silah tüccarıyla mutsuz bir evlilikten, Viyana’dan Londra’ya, oradan ABD’ye kaçan gözüpek, kararlı bir kadın.
Hollywood, sadece güzel ister
ABD’de MGM film şirketi onu hemen Hedy Lamarr’a dönüştürdü. Şahane egzotik güzelliği, İngilizceyi aksanlı konuşması, yeteneğiyle hemen filmlerde başrol oyuncusu oldu. Ama herkes, onun güzelliğinin ötesinde bir aklı, zihni, zekâsı olduğuyla hiç ilgilenmedi. Örneğin, 16 yaşında okulu bırakan Hedy, İngilizce, Fransızca, Almancayı kusursuz konuşuyordu. İş, yazmaya gelince bu dillerin sözcüklerini sadece fonetik olarak yazıyordu. Türkçede her harf okunduğu için fonetiği dille aynı. Ama İngilizce ve hele Fransızca’da “gereksiz” (!) bir sürü harf var. Bunları “yok sayarak” sadece fonetik olarak bu dillerde hızla not tutulabilir. Gereksiz harflerin daha az olduğu Almanca’da bile. Hedy’nin üç dili de fonetik yazabilmesi, doğumsal bir yüksek zekânın ürünü olsa gerek. Çünkü “düzgün” yazması gerektiğinde yazıyormuş.
Akıl edilmeyeni akıl etmek
Hedy’nin değişen koşullara uyum sağlayan esnek bir zihin yapısı olduğu, biyografilerinde vurgulanır. Ama o devirde, dünyanın “en güzel” kadınının aynı zamanda şu soruna çözüm olarak teknolojik bir buluş önereceğine hiç ihtimal verilmemiş:
ABD ile İngiltere arasında okyanustan yapılan 3.500 millik deniz nakliyatına Nazi denizaltıları musallat olmuştu. Askeri yardımın İngiltere’ye varmasını engelliyorlardı. Savaş boyunca sadece Kuzey Atlantik’te 14 milyon ton yükü torpillediler. En az 75 bin kişi sadece o bölgede öldü. ABD donanmasının torpilleri etkin olamıyordu. Naziler, torpillerin radyo frekansını hemen saptıyor, torpilin yönünü değiştiriyordu.
Frekans nasıl hoplatılır?
Hedy, “muzice gibi” bir fikir geliştirdi: Öyle bir torpil sistemi yapalım ki frekansı pek hızlı değişse, frekansı saptamak mümkün olmasa... Hedy’e bu fikir, gökten sepetle inmedi elbette. Edison’un rakibi Tesla’nın 1898’de telsiz bir sistemle yönetilen torpidobot patenti var. 1916’da teknelerin telsizle yönetilmesine dair ABD Donanması’nın raporu var, ki bunlar bilinenler... Hedy, silah tüccarı kocasıyla katıldığı yemeklerde konuşulan bu tür konuları belleğine satır satır yazdı, sonradan “neden olmasın?” dedi, anlaşılan.
Dedi de, bunu nasıl yapacak? Kader-kısmet, deli dahi bir piyanistle tanışıyor: George Antheil. Bu bey deneysel besteci: Müziği, armonik uyumsuzlukla şaşırtma üzerine kurulu. 1924’te Ballet Mécanique adlı sahne performansı için 16 konser piyanosunu, zil, gong, davul ve bir de uçak pervanesiyle robotik bir düzenlemeyle senkronize etmişti. Bir bakıma Hedy’nin “frekans atlatma” fikrini sahnede uygulamıştı. Böylece, ikisi arasında bir işbirliği başladı.
Donanma, patenti anlamadı
Karmaşık, ilginç bir öykü bu işbirliği. Sonuçta frekans hoplatma sistemi 11 Ağustos 1942’de patent aldı. Donanma, patente baktı, baktı, nasıl geliştireceğini anlamadı. Teşekkür edip rafa kaldırdı. İnovasyonun memleketinde, savaş ortasında mucize bir çözüm gibi gelen fikri kullanamadı. Hedy işine gücüne döndü, filmlere devam. Ne var ki, savaş bitip ortalık sakinleşince, Silikon Vadisi ve 1957’de transistör “icat” edilince durum değişecek. Bunun da öyküsü haftaya kalıyor.