Hayret ama Alabama’da Roy Moore az daha seçimi alacaktı
Geçen haftanın en önemli hadisesi bence yine Amerika’dan geldi. Alabama’da Amerikan Adalet Bakanı Jeff Sessions’ın boşalttığı koltuk için Senato seçimi yapıldı. Demokrat Parti’nin adayı Doug Jones oyların yüzde 49,92’sini, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Roy Moore ise oyların yüzde 48,38’ini aldı. Demokratlar 25 yıl aradan sonra Alabama’da ilk kez bir senatörlük aldılar. Amerikan Senatosu’nda denge Demokratlar lehine değişti. Trump, başkan seçilirken Alabama’da Clinton’a 30 puan fark atmıştı. Ama bu kez, Trump’ın açık desteğine rağmen Moore seçimleri kaybetti. Bunlar hadisenin yalnızca bir tarafı. Önemli elbette. Seçimlerde ya kazanıyorsunuz ya da kaybediyorsunuz. Moore kaybetti.
Ama ben hadisenin öteki tarafının da bu kez önemli olduğu kanaatindeyim doğrusu. Hakkında çocuk tacizcisi olduğuna dair inandırıcı kanıtlar olan bir aday, Roy Moore, muhafazakar Alabama’da az daha seçimleri kazanacaktı. İlk iki tablo Alabama seçimlerinin özeti gibi. Beyazlar bir yerde, siyahlar ötede. Erkekler bir yerde, kadınlar ötede.
Ben bu sonucun önyargıların, verili pozisyonların, toplumsal bölünmüşlüğün gücüne dair güçlü bir kanıt olduğunu düşünüyorum doğrusu. Nedir? Kanaatlerimiz kanıt filan takmıyor. Yeni verileri değerlendirmeyi güçlü bir biçimde reddediyoruz. Arka arkaya akan aksi delile rağmen, kimse kendi siperini ya da hendeğini hemen terk etmiyor. Aksi kanıtlar, yeni veriler bir nevi dikkate alınmıyor, üstü örtülüyor, deliller hemen karartılıyor. Neden?
Dünya bir yana, siyaset öte yana gidiyor
Dünya artık bildiğimiz gibi değil. Yeni sanayi devrimi teknolojileri dünyayı değiştiriyor. Mühendislerin yaratıcı enerjilerinin bütün zincirlerini kopardığı bir çağdayız. Geçenlerde, Vaşington’da, bu “yıkıcı” teknolojik değişim çağının olası sonuçlarının tartışıldığı bir toplantıdaydım. Toplantı, Dünya Bankası tarafından düzenlenmişti. Ama herkesin tartıştığı ana konu yeni teknolojilerin istihdam ve mevcut meslekler üzerine olası olumsuz etkileriydi. Robotlar bir nevi dünyayı ele geçiriyordu. İnsanlar çaresizdi. Şaşırdığımı itiraf edeyim. Ben hadiseyi böyle görmüyorum. Biz de burada böyle görmüyoruz ama orada böyle görünüyor. Ben yeni sanayi devrimi teknolojileri ile karbon bazlı olmayan bir yeni büyüme sürecinin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Eski dönem teknolojileri ile büyümek için dünyayı kirletmek, doğayı yok etmek gerekiyordu. Artık gerekmiyor. Yakında hiç gerekmeyecek. Dün, çevreyi kirletmemek demek, büyümeden feragat etmek demekti. Artık değil. Dün politikacı çevreyle ilgilenmezdi. Artık değil.
Geçenlerde Suud’dan biri anlatıyordu, petrol üreticilerinin işi yalnızca yenilenebilir enerjiye yönelimden zorlaşmıyordu. Hatta üretim sürecinin örgütlenme biçimini değiştiren yeni teknolojiler de tek başına neden değildi azalan petrol ihtiyacı için. Mesela üretim sürecinde kimyasallar yerine belli enzimleri salgılamak üzere canlı organizmalar kullanılması gibi biyoteknolojik çözümler, tek başına neden teşkil etmiyordu azalan petrol ihtiyacı için şimdilik. Uber gibi paylaşıma dayalı yeni organizasyon biçimlerinin çıkması petrol talebindeki ani azalma için daha önemli bir nedendi. Çok yönlü değişim sonuçta söz konusu olan.
Olup bitene böyle bakarsanız buradan bir tane kaybeden çıkar doğrusu: Petrol ve doğal gaz üretip satan ülkeler yakın dönem kaybedenler kulübünün üyeleri olacaklar. Sayayım: Körfez ülkeleri, Rusya, İran, Venezuela vd. Türkiye gibi “orta gelir tuzağı”na saplanıp kalmış, şehirleşme oranı Almanya’nınkine eşitlenmiş ülkeler için ise yeni teknolojiler Allah tarafından gönderilmiş bir imkan gibi neredeyse. Bütün sektörlerde aynı anda verimlilik artışları getirecek bir imkandan bahsediyoruz sonuçta. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Türkiye’nin yerini doğru tespit etmesi hiç bu kadar önemli olmamıştı. Ya hazır kaybedenler kulübüne üyelik ya da kazananlar kulübünün inşası. Siz seçin. Şimdi dünya aslında olumlu bir tarafa doğru giderken, siyaset neden giderek daha olumsuz bir tarafa doğru gidiyor? Dünya bildiğimiz gibi olmaktan çıktıkça, siyasette bildiğimiz gibi olmaktan çıkıyor. Peki, siyaset neden bu kadar yavaş değişiyor? Doğrusu ya, konu bana önyargılarla yakından alakalıymış gibi geliyor. Değişim korkusu etrafı sarınca, herkes önce kendi siperlerine çekiliyor. Düne kadar bu değişim korkusu daha çok bizim gibi ülkelerdeydi, şimdi orada. Ne diyor Steve Bannon? “Çin bizim teknolojimizi çalarak, inovasyon sürecindeki liderliğimizi ortadan kaldıracak” diyor mealen. İşin özünü bilmiyor. Ama yeni teknoloji devriminin ne çabuk yayıldığını herhalde herkes gibi o da görüyor. Teşhis yanlış. İşin nasıl yapıldığını düşünmemiş bile. Ama güçlü bir korkuyu temsil ediyor. Küreselleşme korkusunun yeni hali bu sanırım.
Ötekinden ayrışarak değil, öteki ile hemhal olarak liderlik yapılabilecek bir yeni dönemdeyiz halbuki. Macron biliyor. Avrupa Birliği’nin lider ülkeleri Fransa ve Almanya biliyor. Amerikalılar bilmiyor. Kudüs dahil, artan tek tarafl ı Amerikan kararları probleme işaret ediyor. Türkiye’nin işaretleri doğru okuması gereken, safını doğru saptaması gereken bir dönemdeyiz.
Türkiye’nin durumunu siyasetteki değişimden bağımsız okumak zor duruyor
Şimdi bu yeni teknolojik değişim süreci öncelikle bizim için iyi bir durum. Bir Türkiye hikayesi yazacaksanız, ilk bölümde kesin yer alabilir. İmkan var. Ankara’da odağı halen tam yerine oturmuş olmasa da, konuya yönelik bir ilgi de kesinlikle var. Elbette Ankara’daki dağınıklık, hareket kabiliyetini ve doğru noktaya odaklanmayı zorlaştırıyor. Onu zaten hep görüyoruz ama temeli sağlam bir politika çerçevesi argümanı var memleketin. Tartışmasız. Bu ilk nokta.
Ayrıca yeni milli gelir tahmin yöntemi ile memleketin büyüme hikayesi de değişti. Dün benim endişem şöyleydi. “2007’den sonra düşük büyüme oranı ve yüksek cari işlem açıkları, Türkiye için kötüdür” diye düşünüyordum. Sonra Türkiye İstatistik Kurumu milli geliri hesaplama yöntemini değiştirdi. Milli gelir birden yüzde 20 büyüdü. 2009’dan sonranın büyüme oranları ise belirgin bir biçimde yükseldi. Doğrusu ben “yüksek büyüme oranı, yüksek cari işlem açıkları”nı, “düşük büyüme, yüksek cari işlem açıkları” na göre daha kolay satılabilir buluyordum.
Ama bakın hiç de öyle olmadı. Tamam, Türkiye OECD’nin en hızlı büyüyen ülkelerinden biri. Hele bu 2017 yılı üçüncü çeyrekte yüzde 11,1’lik performans, hakikaten göz kamaştırıcı. Türkiye, OECD ülkeleri arasında işsizliğin en yüksek olduğu ilk beş içinde yer almaya devam bile etse, göz kamaştırıcı şimdi.
Peki, Türkiye’nin büyüme hikayesi değişirken, giderek artan cari işlem açıklarının finansman biçimi neden daha kırılgan hale geldi? Öyle ya, dün doğrudan yabancı yatırımlar ve bankalarımıza akan kaynaklar vasıtasıyla finanse edilen cari işlem açıkları 2017 yılında artık portföy yatırımları vasıtasıyla finanse ediliyor. Ne oluyor? 2017 yılında, Türkiye ekonomisi uçup kaçarken, finansman ihtiyacını ağırlıkla sıcak para akımları ile karşılıyor.
Neden? Ya biz bu büyüme hikayesinin kaynaklarını iyi anlatamıyoruz ya da ortada batıdaki dolar piyasası kaynaklı belirgin bir Türkiye önyargısı bulunuyor.
Her iki durumda da, Türkiye’nin derdini daha iyi anlatması, daha fazla adım atması gerekiyor bana sorarsanız.
Neden bu iş bize düşer?
Bu “müthiş” başarı öyküsünü sürdürülebilir kılması gerekenler bizler olduğumuz için. Bu başarı öyküsünün devamı, dışarıdan gelecek yabancı tasarrufl ara fazlasıyla bağlı olduğu için. İçinde bulunduğumuz büyüme sürecinin devamı, Türkiye’nin dolar piyasalarından asla kopmamasını gerektirdiği için. Önyargıları değiştirmesi gerekenler bizleriz. Konuşarak değil, adım atarak elbette.
Peki, önyargıları değiştirmek için bir imkan alanı var mı? Yoksa öldür Allah pozisyonları değişmez mi? Kimse kendi hendeğini terk etmez mi? Roy Moore Alabama’da seçimleri kaybetti. Cumhuriyetçilerin bir bölümü siperleri bıraktı. Nokta.