Hayatın sabitleri:5 / Alışkanlıkları kırmalı, ezberleri bozmalıyız…

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

"Hayatın sabitleri" denemelerinin sonuna geldik. Aklımıza gelenleri peş peşe sıraladığımız çok özet olarak paylaştığımız bu sabitleri çok değişik biçimde tasnif edebiliriz: Teknik olanlar, ahlakı değer içerenler; bireysel, topluluk boyutlu ve toplum ölçekli olanlar vb…
Üzerinde düşündüğümüz hayat sabitlerinin… Aklımıza gelenlerini unutulmasın, daha çok insana ulaşsın diye yazıya aktardık… Bu çok ham, eksikleri mutlaka olan; katıldıklarınız olabileceği gibi bir o kadar katılmadıklarınız olması doğal.
Önemli olan "ilkeler kalelerimizdir" saptamasını rehber edinerek, hayatin sabiti haline gelmiş ilkeler üzerinde bir nebze düşünebilmemiz…
41. Dualite ilkesi:
Hayatın temel sabitlerinden biri de "duailite ilkesi"dir… Karşılaştığımız bütün olay ve olguların iki yüzü vardır: Çirkin yüzü ve güzel yüzü. Örneğin toplumların dirlik ve düzenini sağlama, olası tehditleri erken uyarı yaparak önleme amacı istihbarat örgütlerinin güzel yüzüdür. Aykırı düşünenlere kurulan yasa dışı tuzaklar ise çirkin yüzünü oluşturur.
İnsanlığın geliştirdiği hiç bir teknoloji yoktur ki, insan yaşamını kolaylaştırıcı yani kadar risk oluşturan bir yönü de olmasın. Otomobiller bize haraketlilik, ulaşabilme ve erişebilme gücü kazandırdı ama yarattığı kirliliğin yol açtığı ölümlerin sayısını bilemiyoruz. İşlenmiş şeker nefis tatlar üretilmesini kolaylaştırırken ölümcül hastalıkları da tetikliyor.
Dualite ilkesine uyulmadığı zaman bir dizi ilke ihmal edilir: Piyasanın görünmez elinin yarattığı rekabet kaynak kullanma verimini artırırken, eşitsiz gelişmeleri de tetikleyerek, toplumsal düzenin temeline bomba yerleştirir; sınıf kavgalarına yol açabilir. Gelişmelerin sadece çirkin yüzünü görürken güzel yüzünü gözden ırak tutma, aşırı değerlendirmeler yapma potansiyellerimizi değerlendirmemizi engeller.
Dualite ilkesini bilirsek, kendimize fren koymaya çabalar; ahlakın altın kuralını attığımız her adımda anımsarız.
42.Bileşen ve bağlam ilkesi
İçerik, bir olgunun oluşumunu sağlayan bileşenlerden oluşur. Bu bileşenlerin çoğunluğu kendi kendilerini tekrarlar ve yapıyı oluşturur. Bir başka özellik, bileşenlerin kendi kendilerini yenileme özelliğidir. Bütün sistemler, kendini yeniden üretme özelliğine sahipse daha uzun ömürlü olur.
Sistemin gücü, bileşenlerin gücü kadar, bağlamlarının etkileri tarafından da belirlenir.
Akılcılık ilkesini açıklarken belirttiğimiz gibi, sistemlerin işleyişi, eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehlikeler ile olanak ve kısıtlarımız arasında denge kurmadır.
Bileşenler ve bileşenlerin kendini yeniden üretme gücü sistemin iç yapısının gücüdür ama sistem kendini yeniden üretirken kendinden bağımsız olan bağlamlardan tümüyle yalıtılamaz. Buğday tohum olarak ne denli sağlıklı olursa olsun, kendini yeniden üretmek için toprak, rutubet, güneş ışığı vb. bağlamının uygunluğu da gerekir.
İyi kaliteli bir buğday bileşenlerinde yüzde 30-35 gluten, yüzde 12.5 protein, yüzde 50'de sedimantasyon bulunur. Buğdayın salt büyümesi ürün vermesi yetmez, kendi bileşenleri ve bağlamlarının bir araya gelerek kalite düzeyini de belirler. Toprak bileşenleri, iklim özellikleri ve tohum yapısı vb.
İçerik, bileşen ve bağlam arasındaki dengedir; bu denge birikim yeteneğini koruyarak, uzun dönemli geleceği güven altına alarak "sürdürebilirliği" sağlar. Başka bir anlatımla, kendini yeniden üretmeyi güven altına almak gerekir.
Fırsat ve tehlikeler, olanak ve kısıtlar, ulaşılmak istenen hedefler, insan yaşamını kolaylaştırma için oluşturulan yapılar "bileşenleri ve bağlamları" dikkate alan bir özene analiz edilmezse "kapsam ve içerik dengesini" kurama zorlaşır.
43.Altın kural: Sana yapılmasını istemediğini…
Hayatın sabitleri arasında yaygın olarak bildiğimiz ilke; ahlakın altın kuralıdır: "Sana yapılmasını istemediğini, sen de başkasın yapma"
Bir ilkeyi başka ilkelerle tanımlarız: Altın kural önce "kendine fren koyma ilkesinden" beslenir. "Kendinle başa çıkma" ilkesinden güç alır. "Gücü kullanma" ilkesi ile sınırlanır. Daha başka ilkelerle zenginleşir.
Altın kuralı bilmeyen bir insan, " Mehmet'le memleketin çıkarlarını dengeleyemez"; huzur ve güven ortamı yaratmada başarılı olamaz ve "iyi yönetici" olamaz.
44.İlişki yatırımının uzun solukluluk ilkesi:
Paranız varsa, dünyanın en ileri, en gizli teknolojisinin bedelini öder ve alırsınız. Paranız varsa, dünyanın en yetenekli insanlarını işinizin başına yönetici olarak getirebilirsiniz. Bir şeyi paranız olsa da bugünden yarına yapamazsınız: İlişki yatırımı.
İlişki yatırımı "uzun soluklu" bir iştir. İlkeli olacaksınız; özünüz, sözünüz ve davranışlarınız arasında tutarlılık olacak. Tutarlılığınızı korumak için bedel ödeyeceksiniz.
İlişki yatırımı uzun zaman, emek ve kaynak gerektirir; küçük adımlarla gelişir ve büyür. Ancak, yapılacak en küçük bir yanlış, bütün birikimi yok eder.
En ilkel yaşamdan en gelişmiş yaşama kadar herkes için "ilişki yatırımı" var olmanın olmazsa olmazıdır. İlişki yatırımın niteliği zaman içinde değişebilir ama, işlevi değişmez…
Bir hayat sabiti olarak "ilişki yatırımı bilinci yükselmiş" olanlar, toplumsal yaşama öne çıkarlar…
45.İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşmama ilkesi:
İnsanın yaratılıştan "iyi" ya da "kötü" olduğu söylenemez. Bir çocuk bütün saflığı ve potansiyeli ile dünyaya gelir. Çocuğun ailesi, yakın çevresi, okulu, içinde bulunduğu topluluk ve toplum, giderek insanlık çocuğun korkularını ve kaygılarını belirler, meraklarını yönlendirir, algılarını biçimlendirir, beklentilerini sınırlar, davranışlarını yönlendirir.
İnsanoğlunu disiplin altına almanın en etkili yolu onun "zihni modellerini" biçimlendirmedir. Zihni modellerin varsayımları iki eksende gelişir: Biri "inanç sistemi"dir. En ilkel dinlerden en gelişmiş olanına "inanç sistemleri" insanlara toplumsal ilişkilerde nasıl davranacağını tanımlar; insanla-insan, insanla inanılan yaratıcı arasında ilişkileri betimler.
İster doğuştan kazanılan değerlere dayansın, isterse öğretilmiş bilgilerin koşullandırılması üzerine inşa edilsin insanlar "ortak değerlere" sahiptir ama, her bireyin de kendine özgü değerleri, beklentileri ve davranışları da vardır.
İnsanın bu kendine özgü çeşitliliği nedeniyle kadim Afrika halkının akıl birikimi, "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma" der. Bilim ve teknolojinin yarattığı gelişme düzeyi ne olursa olsun, insanların farklı davranışları olacaktır; o nedenle Afrika atasözü yaşamın temel sabitlerinden biri olarak zihinlerde diri tutulmalıdır.
İnsan ilişkilerinde "bir kol mesafesi" bırakma, çok fazla bağlanma ya da nefret ölçüsünde uzaklaşma tavrı doğru değildir. Her şeyi yerli yerine koyarak ilişki kurulduğu zaman daha etkili ve anlamlıdır.
46. Sopa-kalkan ilkesi:
ABD Başkanı iken Bill Clinton'un çok sık anımsattığı bir ilkedir: Güçlü bir insan, çevresinde kendinden güçsüz olanlar döver. Güçsüz insan iki sopaya bir tahta çakarak, güçlünün sopalarına karşı geliştirdiği "kalkan" ile kendini korumaya çalışır. Güçlü aşırı değerlendirdiği özgüveni nedeniyle çevresindeki güçsüzlere saldırdıkça, kalkan kullanmak zorunda kalanların sayısı artır; güçsüzü uzaklaştırır. Ama kitleler bir lidere ihtiyaçları olduğu için aralarından birini lider seçerler. O lider de gücünü aşırı değerlendirirse, sopa-kalkan ilkesi bir kez daha işlemeye başlar.
Esasen, sopa -kalkan ilkesi, "güç kullanma ilkesi" ile birlikte ele alınabilir. Sopa-kalkan ilkesi insanın olduğu her yerde şu ya da bu ölçekte varlığını sürdürür…
İnsanoğlunun gücü, sopa-kalkan ilkesini bildiği zaman, " ahlakın altın kuralını" ve "kendine fren koyma ilkesini" de birlikte ele alarak, ilkeli davranarak çatışmaları en aza indirebilir.
47. Kendine fren koyma ilkesi :
"Kendine fren koyma ilkesi" de "insan olmanın" gerek şartıdır. Güçlü olduğumuz halde, toplumun dirlik ve düzeni adına, kendi yararlarımızı gönüllü olarak sınırlıyorsak, kendimize fren koymaya başlarız.
Kendi çıkarlarımız olduğu zaman dizginleri boşaltır; çıkarlarımız zedelendiği zaman başkalarının kendine fren koymasını istersek tutarlı davranmamış oluruz.
Ahlakın altın kuralı da, kendi şeytanı ile başa çıkma da, sopa-kalkan ilkesini anımsamada son çözümlemede "ortak yaşam bilinci" ile ilgidir; "benim haklarımın bir başkasının hakları ile sınırlı" olduğunu içselleştirmeyi gerektirir.
İnsanda ilkelliğin, cahilliğin, kendini bilmezliğin tipik göstergesi, kendine fren koyacak bir zihni disiplin, kültürel algı ve insani saygı olmamasıdır.
48.Sahip olma, olma ve zenginliğin üst sınırı ilkesi :
Zenginliğin üst sınırı, dostlarınız ile sofrayı korkmadan paylaşacak kadar gelire sahip olmaktır. Ondan ötesi "sahip olma" ve "olma" aşamalarıdır.
Halkımızın deyimi ile "namerde muhtaç olmamak" geçinmeni olmazsa olmazıdır.
Sahip olma ise evlere, fabrikalara, arabalara, yatlara, katlara hükmetme isteğidir. Sahip olduğunuzda, kitleler gözünde göreceğiz itibar varlıklı olmayı özendirir.
Oysa varlıklı olma değil var olma, önemli olma değil değerli olma, muteber olma değil muhterem insan olmak daha önemlidir insanlığın ortak algısında.
Toplumları yücelten, bireysel anlamda entelektüel kapasite ile sistem kapasitesidir. Bireysel kapasitelerimiz geliştikçe, sahip olma eğilimi gücünü yitirir; olma eğilimi güç kazanır. Toplumun "seçkinleri" ne kadar fazla ise, o toplumda araştırma, tartışma, analiz ve sentez gücü o kadar yükselir.
49. Alışkanlığı kolay sanma yanılsaması:
Hayatın çok temel sabitlerinden bir diğeri de " alışkanlığı kolay sanma"dır.
Alışkanlıklar, gelişmenin hangi aşamasında olursak olalım, insani gelişmenin önündeki en büyük engeldir.
Alışkanlıklar afyondan daha tehlikeli, kalıcı ve kırılması zor uyuşturucudur.
Alışkanlıkların kaynağı, önyargılar, yerleşik doğrular, kalıp düşünceler ,kör inançlar ve ezberlerdir,
Einstein'in ünlü sözünü bir kez daha anımsayalım: Önyargıları kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur.
Her zaman alışkanlığı kolay sanma algısı olacaktır; bu hayatin sabitidir. Önemli olan bilinçle üzerine giderek, alışkanlıkla değil, analizle sorunlarımızın çözümünü aramaktır.
50.Metot geliştirme ilkesi:
Hayatın sabitlerinden biri de "metot bilgisi"dir.
Metot konusunda ilk öğrendiğim ders," Metot o kadar önemsizdir ki, sadece esası etkiler" sözüyle ifade edilmiştir.
Bir işi neden, niçin, nasıl yaparsak daha az zaman, emek, para ve diğer kaynak harcayacağımızı araştırıp bir "yol ve yöntem" bulduğumuzda ortaya çıkar.
İster bireysel fizik gücümüz ve birikimimize dayalı çalışalım, ister topluluk başarısı için uğraşalım, daha ileri giderek toplumun kaynaklarını kullanalım, daha da ileri gidelim, yaşanacak başka dünya olmadığı bilinci ile hareket ederek, yaşanabilir ve sürdürülebilir için çaba gösterelim "metot bilgisi" hayatı öneme sahiptir.
Birey, topluluk ve toplum yaşamı sürdükçe insanların kendi aralarında, işle insan arasında, insanla doğa arasında ilişkilerin verimi hep "metot bilgisine" dayalı olacaktır.
"Metot geliştirerek işimizi farklı yapabilmenin yarattığı farklılık" gelişmenin bütün aşamalarında özünü korumaktadır; bu nedenle "hayatın sabitlerinden biri" olma özelliğini korumaktadır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar