Hayatın sabitleri:4
"Kin insan yüreğine yük, zihnine gölgedir…"
Denememizin bu bölümünde "bakış açısı", "empati", "kendi yanılmazlığımıza inanma", "aşırı ve noksan değerlendirme", "insan yaşamını kolaylaştırma", " adil olma", " ekonomik akılcılık", "kin ve öfkenin yıkıcılığı" ve "geçiş süreçlerini yönetme" gibi sabitler üzerinde kısa açıklamalar yapacağız. Söz konusu ilkeleri farklı biçimde değerlendirmek mümkün. Nereden, hangi içerik ve bağlamları ile ele aldığımız, anlatım biçimini etkiler. Bizim "sabit" dediğimize siz çok " esnek ve göreceli" diyebilirsiniz. Denemenin bu bölümünde paylaşılan 10 ilke ile 40 ilkeyi paylaşmış olacağız..
31. Bakış açısının temel girdi olması:
İnsan, birikim, bakış açısı, bilinç, buluş, beklenti ve bereket üretme sürecinde anlam bulur.
İnsanlar doğuştan meraklıdır; çevreyi gözleme, fırsat ve tehlikeleri algılama, olanak ve kısıtları saptama vb. dinamiklerine göre değerler oluşturur. Değerler de kültürü yönlendirir; davranışlarla yaşam biçimi haline gelir; yaşam tarzları oluşur ve son çözümlemede yaşam zenginliğine ulaşılır.
Bakış açımızı, kendi deneyimlerimizle ulaştığımız genellemeler kadar, öğretilmiş bilgilerimiz de belirler.
Bakış açımızın tutarlılığı ve sorun çözücü olması, eriştiğimiz "verilerin" sağlıklı olmasına bağlıdır. Verilerin uygun bir yöntemle "malumata" dönüştürülmesi ilk adımdır. Malumatların "bilgi" haline getirilmesi bir sonraki adım. Bilgilerin sezgilerimizle de besleyerek "anlamaya" dönüştürülmesi ise bilginin yarar üretmeye dönük araç olmasını sağlar.
Anlamaya dönüşen bilgi, aynı zamanda "bilginin fırsat alanını" fark etme aşamasıdır.
Tutarlı bakış açısı, çevremizde analizi, eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini kavrama, kendi olanak ve kısıtlarını net olarak tanımlama ile oluşur.
Bakış açısı öngörülerimizi etkiler; önlemlerimizin çerçevesini çizer, kaynaklarımızı kullanma tarzımızı ve verimlilik düzeyini belirler. Bakış açısı düzeyinin yükseltilmesi, son çözümlemede maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma amacına erişmemizin de belirleyicisidir.
32. Empati yeteneği ve insan-odaklı olma :
"İnsan ömrünün kısalığı ve ölüm bilincine sahip olma ilkesini" anımsayalım: İnsanda kısa ömrüne çok şey sığdırma eğilimini güçlüdür. Bu eğilim insandaki "ben merkezci özü" diri tutar.
"Empati" en yalın tanımı ile "kendimizi başkasının yerine koyabilme" yeteneğidir. "Onun yerinde ben olsaydım nasıl davranmasını isterdim" sorusuyla yola çıkmak, empatik ilk adımın atılmasıdır.
Bir insanın empati yapabilmesi için deneyim ve birikiminin yeterli olması, özgüveninin gelişmesi, toplumsal ilişkilerinin önemini kavraması gerekir. Kısa dönemli çıkarlar ile uzun dönemli geleceği güven altına almanın dengelerini zihninde netleştirmeden ve hepsinden önemlisi de "kendine fren koyma ilkesini" içselleştirmeden empati bir yaşam biçimi haline gelmez.
Sözel anlatımda "insan-odaklı olma" kulağa hoş gelse de, bireylerin zayıf yanlarından biri "kendini aşabilme zorluğudur". Gerçek anlamı ile empati yapabilmemiz için çok iyi yetişmiş, özgüven kazanmış, korku ve kaygılarımızdan arınmış olmalıyız.
Kısa dönemli düşünme ve kaba çıkarcılık tarihin her döneminde kötü iz bırakan bir tutum olduğu halde, "insanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma" ilkesi de geçerliliğini korumakta; insanlar umulmadık yerde, umulmadık koşullarda ve umulmadık zamanlarda farklı davranışlar göstermekte, "kendiyle baş edebilme" konusunda zaaf göstermektedir.
İnsanlar için en kolay iş, suçu başkasına atarak rahatlamadır… Oysa kültürümüzde, "Yörük sırtından kurban kesmenin" sakıncası anlatılır; "Karpuz keserek yürek ferahlatmanın" sonuç vermediği sıklıkla söylenir; önemli olanın kendimizle ve kendi şeytanımızla baş etmek olduğu vurgulanır.
Bağlantılı olmaktan bağlılığa, bağlılıktan bağımlılığa, bağımlılıktan süper bağımlılığa oradan da hiper bağımlı olmaya doğru ilerleyen insanlığın geleceğini derinden etkileyecek olanlar arasında "empati ve insan odaklı olma ilkesi" yer alacaktır.
33. Kendi yanılmazlığına inanmanın yıkıcılığı ilkesi
"Empati ve insan odaklı olabilme ilkesinin" uygulanmasının gerek şartı " kendi yanılmazlığımıza inanmaktan vazgeçmedir". İsiah Berlin'in dediği gibi, "Bir insanın kendi yanılmazlığına inanmasından daha tehlikeli ve korkunç bir şey yoktur".
Daha önce tartıştığımız "hata kültürü" insandaki gelişmenin özüdür; insan gelişebilmek için yanılabilmelidir ama aynı yanılgıları durmadan yinelememelidir.
Kendi yanılmazlığımıza inandığımız zaman, başkalarının düşüncesi önemini yitirir.
Kendi yanılmazlığımıza inandığımız zaman, kendi doğrularımız, başkalarının doğrularına karşı akıl gözümüz körleşir.
Kendi yanılmazlığımıza inandığımız zaman, bilgiyi paylaşma, uzlaşma, ortak akıl, ortak irade, ortak değer, ortak proje ve ortak kurumlar yaratma gibi " çoklu düşünce erdemine" ihtiyaç kalmaz.
Kendi yanılmazlığımıza inanma, birleştirici değil ayırıcıdır… Üretken değil, kısırlaştırıcıdır. Uzlaşmacı değil, çatışmacıdır. Kaynak verimi yaratan değil, israfçıdır.
34. Aşırı ve noksan değerlendirme ilkesi:
"Akılcılık ilkesini" çürüten kurt; "aşırı ve noksan değerlendirme ilkesinde" saklanır.
Aşırı ya da noksan değerlendirmenin temel nedeni eksik bilgidir. Eksik bilgi, olanak ve kısıtlarımızı abartan ya da küçümseyen bir algıya neden olur.
Aşırı değerlendirme, diğer bir anlatımla, abartı; fırsat ve tehlikeler ile olanak ve kısıtlarımız arasında tutarlı dengeler kurma yerine, "…ben en büyüğüm" algısını öne çıkarır; güç algısını bir çiğ gibi büyütür; ilkelerle sınır koyulmadığı zaman o güç algısı kendini boğmaya başlar. Hitler'in dünyaya hakim olma konusundaki aşırı değerlendirmesi geçtiğimiz yüzyılın en büyük insanlık dramını yaratmış, Alman ulusunun da ezip geçilmesi sonucunu yaratmıştır.
Tersi de doğrudur… Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun çöküş sürecinden sonra "…biz adam olmayız" algısı, eziklik ve garibanlık anlayışı toplumumuzun zihni derinliklerine sinmiş; toplu iğne bile üretemeyen toplum algısı "girişimci enerjisini" baskı altına almıştır.
Aşırı değerlendirme "maceraya", noksan değerlendirme de "akıl körlüğüne" götüren yoldur…
Doğada "denge" vardır; yaşadığımız evren "kritik eşiklerin evreni" değildir…Her büyük değişim ve dönüşüm kendi "yeni normalini" mutlaka yaratır…Biz, fırsat ve tehlikeler ile olanak ve kısıtlarımız arasında "dengeyi" arar; bunun için gerekli sondajları yapar, verileri derler, malumatı üretir, bilgiyi hazırlar, işimize yarayan bilgiyi sentezler ve anlamayı derinleştirirsek, Demirel'in yaygınlaştırdığı "çare tükenmez" sözünün gerçekliğini de anlarız.
35. Temel amaç: İnsan yaşamını kolaylaştırma:
Orhan Pamuk'un "roman sanatı" konusundaki denemelerinde sıklıkla yinelediği gibi, bir romanı etkili kılan onun "merkez düşüncesidir".
Hiç kuşku duymayalım ki, iş yaşamında başarılı olmanın gerek şartı da " maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma" temel ilkesine uymadır.
"Aç insanın önce kendi inançlarını yediğini" halkımız akıl birikimi binlerce yılın deneyimden çıkarır.
Sovyetler Birliği Dönemi'nin son bulduğu günlerde Gürcistan'a gitmiştim… Başkent Tiflis'te çok sayıdaki tiyatroya gitmiş; hepsinin dolu olduğunu görmüş ve şaşırmıştım. Aradan beş yıl geçtikten sonra, sistemin hızla çözülme sürecinde yolum bir kez daha Tiflis'e düştü… İlk gittiğimde beni dolaştıran dostum Guram Galogre'ye haber vermeden tiyatroları dolaştım… Tiyatrolarda gördüğüm manzara beni hüzünlendirdi.
Guram Galogre ile karşılaştığımda, " Tiyatrolara ne oluyor?" diye sordum… Deneyimli bir insan olan Galogre, daha sorumu bitirmeden, " Rüştü Bey, Rüştü Bey, kültür paranın izine basarak ilerler!" dedi.
Bir toplumun insanları, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma ilkesini içselleştirmemiş; bu ilke yaygın olarak paylaşılan bir düşünce olmamışsa, o toplumun işi çok zorlaşacaktır.
İnsan yaşamını kolaylaştırma ilkesi, bizim kaynak yaratma, geliştirme ve verimli değerlendirme bilincimizi yükseltir; günübirlik güdülerin tutsağı olma yerine, planlı, programlı, disiplinli bir gelişme yaratma anlayışına taşır.
Bir insanın zihninde meşrulaştırdığı sevdası varsa, o insan sevdasının peşinde enerjisini etkin ve verimli kullanabilir. İnsan yaşamını kolaylaştırma sevdasının peşine takılmış bir toplum, nicelik kadar niteliği de gelişen bir kalkınma yaratır.
36. Adil olmanın birleştiriciliği ilkesi:
İnsanların güven yaratmaları, adil olmalarına, içsel tutarlılıklarını davranışları ile kanıtlamalarına bağlıdır.
İnanç sisteminde çok sık kullanılan bir sözü anımsayalım:" Bin yıl ibaret etmektense, bir an adaletle uğraşmak yeğdir. "
Adalet bilinci, bizim haklarımız başkalarının hakları ile sınırlı olduğu kavrama ve ona göre davranmadır.
Adalet bilinci, bizim fiziki ve fikri enerjimizle hak etmediğimiz, kurnazlıklarla etmeye karşı durabilmemizdir.
Adalet bilinci, başka insanların sorunlarına duyarlı olma; gerekirse eşitsizlik ve haksızların önüne duvar örebilmedir.
İnsandaki hiçbir duygu, adalet duygusu kadar uzun soluklu birleştiricilik yaratamaz.
37. Akılcılık ve kaynak verimi ilkesi:
Akılcılık, dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikeleri ile kendi olanak ve kısıtlarımız arasında denge kurabilmedir. Akıl, çevremizdeki değişim ve dönüşümlere uyumdur.
Darwin'in dediği gibi, " Canlıların uzun ömürlü olanları, en akıllıları olmadığı gibi, en güçlüleri de değildir; uyum yetenekleri yüksek olanlardır."
Akılcılık, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın, birlikte oluşturulan tarihin ve kültürün derinliklerini kavrayarak kendi davranışlarımıza yön vermektir. Akılcılık, dağlarından ırmaklarına, madenlerinden topraklarına, insanının değer sistemine kaynak zenginliğini kavrayabilmedir.
Yapacağı işle ilgili kaynakları nasıl erişebileceğini, kaynakları nasıl dönüştüreceğini, bitmiş ürünün satılışında işlemleri nasıl etkinleştireceğini düşünen, kavrayan ve uygulayan insan akılcıdır.
Canını, aklını, neslini, malını ve kültürünü korumasını bilmeyen insan akılcı olmaz… Sadece korumamak yetmez, ilerletme, yayma, derinleştirme ve yoğunlaştırma da gerekir.
38. Kin ve öfkeyi dizginleme ilkesi:
"Kin ve öfke insan yüreğine yük, zihnine gölgedir."
Kin ve öfke düşünme süreçlerinde alt-üst oluşlar yaratır; akıl eleklerinin gözeneklerini tıkar.
Olay ya da olgular karşısına, kin ve öfkenin tutsağı olarak çıkma yerine, dingin bir zihinle çıkabilirsek; olgunun nedenlerini araştırsak, aşırı değerlendirme tuzağına düşmesek; kendimizi vurmaya dönük özgüven eksikliğinin tutsağı olmazsak, oluşumda başkalarının ve bizlerin payını daha nesnel ortaya çıkarabiliriz.
Kin ve öfke, düşünce sistemimizin normal işleyişini bozar, tutarlı karar üretmemizi saptırır.
Kin ve öfke, dingin düşünmeyi engeller; suçu başkasında arama kolaycılığından beslenir.
39. Karşılıklılık ilkesi:
Rol paylaşımı nedeniyle "karşılıklılık ilkesi, uzun soluklu dirlik ve düzenin harcıdır".
Karşılıklılık, insanlara, topluluklara ve toplumlara "eş düzey değer" vermektir.
Karşılıklılık ilkesinden "mutlak eşitlik" anlaşılmamalıdır. Koyduğumuz akıl ve enerjinin hakkını eşit olarak almamız anlaşılmalıdır.
Barışı, dirlik ve düzeni bozan "karşılıklılık ilkesi" yerine " kibir ve üstünlük inancını" öne çıkarmadır.
İster avcı-toplayıcı aşamada bulunalım, ister yerleşik toplumda yaşayalım, ister sanayi toplumu aşamasında olalım, isterseniz bilgi toplumu aşamasının en uç noktasında duralım; insanın olduğu her yerde "karşılıklılık ilkesi" varlığını koruyacaktır; hayatin sabi olacaktır.
40. Geçiş süreçlerini yönetme ilkesi:
İyi yönetim, hayatin değişmezleri ile yaşadığımız evrenin değişmeleri arasında kimi zaman hızlanan, kimi zaman yavaşlayan "geçişleri" yönlendirebilme yeteneğidir.
Doğada canlı olguların doğuş gelişme ve yok oluş süreçlerinden geçer. Ekonomik yaşamda da gözlendiği gibi, bilim ve teknolojilerin yarattığı küçük değişikler birikerek bir büyük eğilime yol açar…
Harvey'in tanımı ile "birikim sistemi, net ürün tüketimi ve üretimi arasındaki dağılımın uzun bir dönem boyunca istikrar kazanmasını tanımlar; tüm üretim koşullarında, hem de üreticilerin yeniden üretme koşullarında meydana gelen dönüşümler arasında karşılıklılık içerir".
Birikim sistemi, açgözlülük ve sorumsuzluk, gelecek inşa etmesi olan lider eksikliği, dünya sisteminin kaldırabileceğinden fazla tüketimin pompalanması, toplumsal düzenden sorumlu kurumların işlerliklerini yitirmesi, gözetim ve denetim eksikliği, sloganların ciddi fikirlerin yerine konması, kibir ve üstünlük inancı ile eskiyen varsayımların sorgulanmaması, aklı emanet etme kolaycılığına kaçma vb. niteliksel etkenlerle özen gösterilmedi zaman çözülmeye başlar. Sistem tam anlamıyla çözüldüğü zaman "kriz koşulları" dengeleri bozar; sistemin bütün kuram, kurum ve kararlarında alt-üst oluşlar yaşanır.
"Doğa kritik eşikte durmayı sevmediği" için "kuvvet yasaları " harekete geçer; "yeni normalin oluşumu" hızlanır… Geçerliliğini yitiren zihni modelin yerine, yeni varsayımlarla oluşturulan yeni bir zihni model kurgulanır… İşlevsiz kalan kurumların yapı, işlev kültürlerinde ciddi değişmeler olur… Yaşanan geçiş sürecine uyum gösteremeyenler "yok olur". Öngörerek ve önlemler alanlar, az ya da çok bedel ödeyerek yeni birikim sisteminde "ayakta "kalır. Yeni normal koşulları kendi "fırsat alanlarını" yaratır; teknolojilerde de bir alt teknolojiden bir üst teknolojiye sıçramalar olur. Bütün "geçişlerin yönetilmesi" ustalıkla yapanlar kazançlı çıkar.
Tanımlanmak istenen işleyiş, toplumsal gelişmenin bütün aşamalarında geçerliliğini korudu için bir "hayatın sabiti" olarak karar parametreleri arasında kullanılması gerekir.