Hayal içinde geçti
Oturdum Dünya ticaretinde Trump-Putin-AB-NAFTA-Çin-Japonya ve biz filan ne oluyor, neler olabilir, bence ne olacak konularında düşüncelerimi yazdım. Ama yollamadım. Okuduğum bir makale o yazıyı gönderme yerine bana bu okuyacağınız yazıyı yazdırdı.
Ben ilkokulu bitirmeye çeyrek kala 13 Temmuz 1959 tarihli Milliyet Gazetesinde iki santimlik bir haber çıkmış. O zamanki hariciye vekili “Müşterek pazara müracaat etmedik” demiş. 31 temmuz 1959 tarihinde ise yine Milliyet gazetesinde, yine iki santimlik bir yazı daha çıkmış. Burası Türkiye. Onun başlığı ‘Müşterek Pazara Müracaat ettik’. O zaman ne iş dünyası ne de halkımız bir tepki vermemiş. Meğer ani müracaatımızın nedeni Yunanistan’ın müracaat etmesi ve bizim onlardan geri kalmamak arzumuzmuş!!!
Ben üniversite seçme imtihanlarına girerken 12 Eylül 1963 tarihinde tam üyelik şartları oluşuncaya kadar geçerli olacak denilen bir ortaklık anlaşması Ankara’da imzalandı. Bu sefer ilgi büyüktü, gazeteler tam manşet attı: Ortak Pazar Anlaşması İmzalandı. Haber detayında Türkiye’nin Avrupa’nın bir cüzü olduğu tescil edildi denildi. Basınımız haberi “Ortak bildiri Türkiye’nin kalkınma gayretlerine itimadın delilidir” olarak sundu. O zaman da ne iş dünyası ne de halkımız bir tepki vermemişti. Ama biz gençler adı Müşterek Pazar’dan Ortak Pazar’a değişen birliğe kısa sürede gireceğimizi tahmin ederek bunun bize fayda ve zararlarını aramızda tartıştık.
Ben üniversite lisans ve mastır derecelerimi ODTÜ’de aldıktan sonra gittiğim ABD’de doktora çalışmalarımı tamamlarken Ankara anlaşmasıyla başlatılan hazırlık dönemi 1 Ocak 1973 tarihinde Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle sona erdi ve geçiş dönemine girdik. Artık birliğe girişimiz an meselesidir dendi ve bunun bize ne faydası olacak tartışmaları alevlendi. O zaman da ne iş dünyası ne de halkımız fazla bir tepki vermemişti. Tahminlerimiz yine yanlış çıktı.
1973 Yılında katma protokolle başlayan süreç 1996’ya kadar sürdü. Ben bu arada doktora derecemi aldım. Sırasıyla ODTÜ, Ohio University, UMASS Boston ve Harvard Extension School da hocalık yaptıktan sonra Birleşmiş Milletlerin Filipinlerin Manila kentindeki Asya Pasifik Merkezine Baş Teknik Danışman olarak gittim. 1995 yılında Michigan State University’e oradan da 1996 yılında Cenevre’ye geçiyordum ki Türkiye Avrupa Birliği Gümrük Birliğine girdi. Böylece 1973 yılında başlayan süreç de sona erdi. Türkiye AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren kaldırdı. O zaman da ne iş dünyası ne de halkımız bir tepki vermemişti ama sayın basınımızın bir kısmı “Bu iş artık tamam” dedi.
Derken 1999 yılı geldi. Benim emekliliğim yaklaşıyordu. 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan bir zirvede tam üyeliğe adaylığımız tescil edildi. 12 Aralık 1999 tarihinde Milliyet Gazetesi birinci sayfa tam manşetinde ‘Üyelik Uzak Değil’ derken ne iş dünyası ne de halkımız yine bir tepki vermemişti ama sayın basınımız rahmetli Bülent Ecevit’in “AB hedefine çok kısa bir sürede erişebiliriz” dediğini bildirerek bizi umutlandırdı.
Benim emekliliğime daha da az kalmıştı ki 2004 yılı 17 Aralık tarihinde toplanan Brüksel Zirvesinde Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlanması önerildi. Haberi 17 Aralık Tarihli Milliyet Gazetesi birinci sayfa tam manşette ‘Şartlı tarih 3 Ekim 2005’ olarak verdi. Bu sefer halkımız ve iş dünyası çok tepki verdi. Toplantıdan dönen zamanın Cumhurbaşkanı ve Başbakanı havaalanında törenlerle konvoylar karşıladı. Davul zurna eşliğinde havai fişekler atıldı. Sayın basınımızın bir kısmı Başbakanın Türkiye çağdaş ülkeler arasında yerini aldı, alacak falan dediğini manşetten duyurdu. Biz de eh bu kez tamam herhalde dedik ve gene yanıldık.
Madem giremiyoruz bari ziyaret edelim diye vizesiz seyahat istedik. Bazı basın ‘AB Başbakanımızın şartlarını kabul etti’ manşetleri attı ve vize muafiyeti için Haziran 2016 tarihi verildi. 2016 yılında ben artık emekli olmuştum. Sayın basınımızın bir kısmı gazetelerde tam sayfa manşetler attı: ‘Vizesiz Avrupa; Temmuzda vizesiz Avrupa; Schengen zaferi; Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde başlayan süreçte mutlu son dedi. Olmadı. Gene yanılmışız.
Derken Sn. Ömer Faruk Çolak’ın gazetenizdeki yazısını okudum. İşte bu yüzden siz de bu yazıyı okuyorsunuz. Yoksa Dünya ticaretinde olası senaryo yazımı okuyacaktınız. Sn. Çolak Avrupa Birliği Terk Edildi başlıklı yazısında1 Avrupa Birliği Bakanlığının kapanması ile ilgili şunları söylüyor: “Bu simgesel bir gelişme, fakat anlamlı. Çünkü Türkiye’nin AB macerasına noktayı koyduğuna ilişkin önemli bir işaret. Zaten AB’de, Türkiye Masasındaki yetkilisi de tam üyelik görüşmelerini en az beş yıl askıya alınmasını AB Konseyinden isteyeceğini açıkladı. Ortaya çıkan bu tablodan Türkiye’de ne hükümet, ne de halkımız hiç rahatsız olmadı. AB yanlısı iş dünyası örgütleri bile sessiz, kayıtsız kaldı.” Sn. Çolak haklı. Bizim halkımızda Hazreti Eyüp sabrı vardır. Hazreti Hamza’nın gücü yetmez onları rahatsız etmeye. Ama iş dünyası neden ses çıkartmıyor? Yazının Tarihi 13 Temmuz, 2018. Yani, 13 Temmuz 1959 tarihli Milliyet Gazetesinde “Müşterek pazara müracaat etmedik” haberinin çıkmasından 60 yıl sonra.
Hayat boyu süren bir hikaye. Şaşırtıcı olan basınımızın ve yazarlarımızın bir kısmının sanırım iyi haber vereceğiz diye 60 senedir saçmalamaları. Önce müşterek pazara giriyoruz bu bizim kalkınma gayretlerimizin tescilidir sloganını alıyorlar “işte” diye manşet atıyorlar. Sonra hikaye değişiyor “Ortak pazara girişimiz ne kadar Avrupalı olduğumuzun ispatıdır” tezini alıyorlar “elbette” diyorlar, sonra “gümrük birliğine girince ihracatımız patlayacak” bağırtılarını alıyorlar “Patlamak ne kelime” diye yazıyorlar, oradan “Ya bizi alırsınız ya da 3 milyon göçmeni üstünüze salarız tehdidine “Evvel Allah salarız” diyorlar, oradan “Sen bizim işimize karışma kendi işine bak” postasına “ağızlarının payını verdik” oradan da “ister alın ister almayın” postası için “Siz kim oluyorsunuz” manşetleri atıyorlar. Yapmayın Allah aşkına. Evet anlıyorum ülke içinde şu veya bu tarafı tutabilir, şu veya bu fikre sıcak olabilirsiniz. Bu olmamış şeyi olmuş, olmayacak şeyi olacak diye yansıtmanız için mazeret mi yani? Hiç sorumluluk duygunuz yok mu?
Önünde ciddi ekonomik ve akabinde geleceği olası sosyal sorunlarla uğraşmak zorunda kalacak yeni bir hükümet var. Seversiniz, sevmezsiniz; yazar çizer, düşünür takımının elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışması gerekir. Bakın bir yazar yeni hükümeti analiz ettiği yazısına nasıl başlamış “Ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine çıkarana ve geleceğe güvenle bakacak bir Türkiye inşa edene kadar dur durak bilmeden çalışmaya söz vermiş, kısa zaman içinde hızlı manevralarla büyük işlere imza atacağından kuşku duymadığımız yeni kabinenin en kısa zamanda kredi derecelendirme kuruluşlarını da şaşkına çevirmesi en büyük temennimiz.” Şimdi siz bu yazarın işe yarar bir analiz yapacağına inandınız mı? Bir de kredi derecelendirme kuruluşlarının şaşkına çevrilmesi nasıl bir hedeftir ben pek anlamadım. Benim gençliğimde bir laf vardı bir versiyonu “bu kafayla git askere nah alırsın teskere” diye söylenirdi.
Klasik müzik sever misiniz? Ben pek severim. Gençliğimde de çok iyi olduğu söylenen, dostlar tarafından metih edilen, icram ile iyi ama amatör bir hanendeydim (yani saz çalan sazende değil de şarkı söyleyen biriydim). En sevdiğim şarkılar kürdili-i Hicazkar, nihavent ve rast makamlarında düyek usulü yazılmış olanlardır. Nâhit Hilmi Özeren’in güftesinden Rakım Erkutlu’nun bestelediği nihavent beste gibi: Hayal içinde akıp geçti ömrü derbederim; Bakıp bakıp da o maziye şimdi ah ederim. Neyse haftaya Trump-Putin önderliğindeki!! Yeni!! Dünya düzeni konusunda nasıl yanıltıldığımızı sizlerle paylaşacağım.
Sağlıcakla Kalın