Hayal aleminden gerçeğe yolculuk sancılı olacak!

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Geçtiğimiz hafta genelinde finansal piyasalarda yaşanan eğilimlere baktığımızda geleceğe yönelik bir umut ışığı göremiyoruz. Gerek sermaye gerekse emtia fiyatları yatay bir eğilim sergileyerek dalgalanıyor, fiyat oynaklığı ve derinlik konusundaki istikrarsız görünüm ise belirsizlik algılamasını artırıyor; döviz piyasaları da benzer bir eğilim sergiliyor. Asıl önemlisi piyasalar arası ilişkinin güçlendiği ve herhangi birindeki hareketin diğerlerini de etkilediği, yaygınlaşan şartlı reflekslerin kırılganlığı artırmaya başladığı dikkat çekiyor. Dolar değer kaybediyor ise sermaye ve emtia piyasalarındaki spekülatif ilgi artıyor, pozisyonu olan birileri bu durumu risklerini azaltmak adına fırsat olarak kullanmaya çalışıyor; satış baskısı arttığında ise güvensizlik büyüyor, borçların azaltılması ise dolara yönelik ilgiyi artırıyor. Endişeler, enflasyonist baskı ile deflasyonist olan arasında gel-git yaparken büyüme ve işsizliğin azalması gibi konular bir başka bahara mecburen öteleniyor, küresel sorunlar ise ağırlaşmayı sürdürüyor. Mevsimlik olarak durgunluğun kademeli olarak artacağı altı aylık bir döneme girilmiş olması ise endişeyi artırıyor, daha muhafazakar eğilimler ağır basmaya başlıyor. Küresel kriz öncesine göre daha iyi bir durumda olunmadığı ve olunamayacağı gerçeği etkisini hissettiriyor.

Yukarıda özetlediğimiz genel durum Türkiye ekonomisini de etkiliyor, buna ek olarak 2000'li yıllarda benimsenen ve sürdürülebilir olmadığı bilinen yaklaşımların ürettiği aşırıya kaçan dengesizlikler hareket yeteneğini iyice daraltıyor. Ülkemizde yaşayan çok büyük çoğunluğun mahkum edildiği kronik kriz, bu durumu görmezden gelenlere sürpriz yapacak gibi görünüyor. Söz konusu kesimlerin sistemli şekilde gelirleri azaltılırken, olası talep daralmasını ötelemek adına aşırıya kaçan ölçüde cazip kredilerle desteklenmiş olması geleceğe ipotek koyuyor. Aşırı genişleyen krediler bir yandan bankaların gelirlerini artırıp yeniden sermayelenmelerini sağlamış, artan iç talep ise bütçe gelirlerini yükselterek açığı düşürmüş olabilir. Enflasyon sepeti farklılaştırılacak düşük görünmesi ve bu sayede iyimserliğin abartılması sayesinde kamu ve mali sektöre ek destekler sağlanmış da olabilir. Bunların hepsi geniş kesimlerden kamu ve mali kesime ve dolaylı olarak dış dünyaya transfer anlamındadır. Diğer taraftan gelirleri sistemli bir şekilde azaltılan, borçları aşırıya kaçan ölçüde büyümüş ve çaresizleşmiş kesimlerden daha çok tüketmesi ve yatırım yapmasını beklemek gafletine düşenler ise muhtemelen bindikleri dalı kestiklerini kabullenmek istemeyeceklerdir! Çok bilenlere sormak lazım mevcut koşullarda geniş kesimlerin hem tüketimini hem de tasarrufunu artırması mümkün müdür? Mümkün değil ise yaşanması kaçınılmaz olan eğilimler nelerdir? Bu tablo bizi AB standartlarına yaklaştırır mı, yoksa tam aksine uzaklaştırır mı?.. Bu açmaz hangi demokratik açılımın sonucudur?... Yanlış yapanların ödüllendirilip doğru yapanların cezalandırıldığı bir ülkede istikrarsızlıkta istikrarı tesis etmek başarı sayılabilir mi?..

Finansal piyasalardaki eğilimler ile ekonominin gerçekleri arasındaki çelişki ve farklar küresel ortalamanın çok üstündedir. Bu nedenle yabancı kaynak girişinin yetersiz kalması veya küresel talebin daralması ve toparlanmanın yavaş olması durumunda Türkiye ekonomisinin büyümesi artık imkansızdır; buna bağlı olarak bütçe gelirlerinin azalması ve açığın büyümesi, yanı sarı sorunlu kredilerin yeni rekorlara koşması ve bilançoların yıpranması kaçınılmazdır. Merkez Bankası'nın para politikasını gevşeterek bu gerçeği değiştirmesi mümkün değildir; ancak bir süre geciktirebilir ve bunun da sonuna gelinmiştir...

Bu hafta Merkez Bankası Para Kurulu toplanacak ve muhtemelen mali sistemin günü kurtarma amaçlı taleplerine kayıtsız kalamayacak ve itibarını riske atmayı sürdürmek zorunda kalacak. Peki sorunlar ağırlaşır iken bankalar ve yabancı sermayenin isteyebileceği veya Merkez Bankası'nın yapabileceği bir şey kalmayınca ne olacak? Ödemeler sistemi gücünü koruyacak ve istikrarı tesis edebilecek mi? Bu ve benzeri sorulara yanıt aramaya çalışanlar çıkış risklerini azaltmakta aramak zorunda kalıyorlar. Sonuçta kâr realizasyonları artarken, derinlik kaybı yaşanıyor ve fiyat oynaklığı yükseliyor. Son altı ayda dayanışma içinde imiş gibi görünen kesimlerin birbirine girmesi, diğerlerinden önce harekete geçerek başının çaresine bakmaya çalışması, finansal piyasaların hayal dünyasından ekonominin gerçeklerine dönmek zorunda kalması gibi gelişmeler kapıyı çalmaya başlıyor. Merkez bankalarını teslimiyetçi  tavrı nedeniyle nakitte kalmanın da güvenli liman olmaktan çıkması ise yaşanacaklara ilişkin belirsizliği anormal düzeylere çıkaracakmış gibi görünüyor.

Bazı kesimler bunların konuşulup tartışılmasına dahi tahammül edemiyor, böyle olması durumunda bile sonucun değişmeyeceğini biliyor ancak korkularını başka türlü bastıramıyor, geniş kesimleri şuursuzlaştırarak günü kurtarıp sorunları ağırlaştıranlar yalnız kendi kaderlerini belirlemiyorlar, tepkiselliği artıracak çözüm yollarını da tıkıyorlar. Galiba hepimiz aynı gemideyiz deyip dayanışma çağrısında bulunanlar şuursuzlaştırarak çaresizleştirdikleri geniş kesimlerin de aynı gemide yolcu olduklarını unuttular!..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar