Hatırlıyorum... Çok sıcaktı...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

İşte yine uzun, sıcak bir yaz... Güneş kavuruyor, nem buharlaştırıyor... Zorunlu bir yaz rehavetidir sürüp gidiyor... “Çok sıcak, çok sıcak sabahlara kadar uyuyamadım” sözcükleri biteviye yankılanıyor kulaklarımızda…

Sanki hep sıcakmış, hep yaz aylarındaymışız gibi hissediyoruz... Kendimi bildim bileli böyleymiş gibi anımsıyorum... Ama tabii ki çocukluğumun o yaz aylarında yalnızca “sıcak” yoktu şöyle bir anı dağarcığımı karıştırdığımda… O sıcak günler, o senelerin tatil mekânları Yalova’ya, Bursa’ya, Erdek’e, İzmir’e seyahatler demekti… Yalova Gökçedere’de, Büyük Otel ve Termal; Bursa’da Gönlüferah, Uludağ’a çıkarsak Otel Fahri, sabahları Çekirge’den öğleden sonraları Yeşil’den ovaya bakış... O “çaaaaaaaayyyyy” diye en az birkaç dakika bağırarak arada seslenenlerin veya işaret edenlerin siparişlerini toplayan garson; Erdek’te Ener Otel, bazen Böcek Camping; İzmir’de sıcaktan kapısını açık bırakıp uyuduğumuz otel odaları, fuar gazinoları… Çoğunlukla annem, babam ve ben… Bazen de anneannem ve dedem…

Ortancalar, kaplıcalar, ağustos böcekleri, Apostol Tepesi’ne tırmanmalar, ayın doğuşunu / batışını, günün ağarmasını, güneşin batışını bekleyip seyretmeler, uzun yürüyüşler, çiçek kokuları, bir iskeleden saatlerce olta sarkıtmak birkaç kaya balığını kovada besleme projeleri için, lapina gelirse renklerini hayranlıkla seyretmek, yengeç yakalamak, kayık salıncaklarda sallanmak, tahteravallilere binmek, Ajda Pekkan’ı, Zeki Müren’i dinlemek…

Büyük Otel’in müdürü Hamza Bey’in çocukları, Ener Otel’in sahiplerinden Burhan Bey’in kızı Emel değişmeyen yaz arkadaşları… Hemen az ötedeki Alevok Otel’in önünden geçerken “yazar Mebrure Alevok’un bu otel, bizde kitabı da var” diye böbürlenmek...

Ve uçanbalonlar… İllâ ki tutturmak “ballôôn, ballôôn” diye… Kaçırmamam için bileğime bağlananan o balonla göğsümü gere gere yürüyüşlerim… Evde ipine kibrit kutularından oluşan bir sepet bağlayıp balonu Jules Verne’nin romanındaki gibi uçurmam... Ertesi sabah gazı kaçınca buruşmuş, boyaları çatlamış bir topa dönüşen şekle hüzünle bakmak, bir yenisinin hayalini kurmak…

Bahçede yenilen sabah kahvaltıları, akşam yemekleri… Her sabah radyoda dinlenen “Arkası Yarın,” dört gözle beklenen Perşembe akşamki “Radyo Tiyatrosu.”

Şehrin hemen kıyıcığında, hattâ ortasında bulunan kırlara gidip piknik yapmak, yemeklik otlar toplamak, soğuk suların içine bıraktığımız – artık bulunmayan - yemyeşil karpuzları çatlatmak, şezlong kiralayıp keyif yapmak, babamın soğuk Tekel birasından bir yudum olsun içmek, bir de uzun yıllardır pek rastlamadığım gerçek taramaları kızartılmış ekmek dilimlerine sürmek…

Yüzme öğrenmem için – eşek şakası - Erdek’te iskeleden suya atmaları ve boğulmadan yukarıda kalmayı başarmak… 

Büyük Otel’in önündeki yamaçtan (50 metre kadar) yuvarlanıp aşağıdaki inşaatın temel betonuna kafamı çarpmam, açılan iki deliğin hâlâ duran izleri…

Dut ağacının yere serilen çarşaflara silkilmesi, şeftalilerin, kirazların dallarından yenilmesi…

Gül yapraklarından yaptığı o leziz şurubu – yıllar sonra sevgili Melisa Gürpınar’ın evinde yeniden içmiştim, sevgili dostumu hep özleyeceğim – terlemiş küpten maşrapayla aldığı serin suyla karıştırıp sevgisini de katarak veren “totoş”, yani anneannem...

Yaz deyince anılar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçip gidiyor, yazacak daha çok şeyler var yaşım ilerledikçe tanıştığım, hayran olduğum: Van Gogh’un yaz resimleri, Yaşar Kemal’in anlattığı Çukurova yazları neler, neler…

Sizin de unutamadığınız yazlarınız mutlaka vardır değil mi? Bir düşünün, bu sıcak havalarda çok iyi geliyor! 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar