Hataları tekrarlamak
Türkiye uyumsuzluklar ülkesi. Yaşadığımız bu uyumsuzlukları ya da dengesizlikleri uzun bir süre sürdürebileceğimizi düşünüyoruz ve sonrasında DNA’sı itibarıyla neredeyse aynı diyebileceğimiz sorunlarla karşılaşıyoruz.
Yaklaşık üç hafta önce 2025 yılını değerlendirdiğim köşe yazımda başımızı ağrıtacak iki önemli uyumsuzluktan bahsetmiştim. Bunlardan ilki ekonomik daralma yaşadığımız, sanayi üretiminin üç yıldır neredeyse yatay seyrettiği ve istihdam oranımızın artmadığı bir dönemde yüksek gelirli ülke sınırına yaklaşmamızdı.
Döviz kuru böyle giderse bu yıl içinde orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli bir ülke olacağız. Oysa yüksek gelirli ülkeler grubundaki makro verilerle Türkiye’yi kıyasladığınızda “bu işte bir gariplik var” diyorsunuz.
Lafı uzatmadan söylemek lazım: Türkiye, çalışan sayısı, işgücü ve toplam faktör verimliliği, enflasyon oranı ve en önemlisi üretim desenine baktığınızda tipik bir orta gelirli ülke. Sorunları da orta gelirli ülkelerle aynı. Hala en fazla ihracat yaptığı sektörlerde rekabetçi kura ihtiyacı var. Yurdun dört bir tarafından, başta KOBİ’ler olmak üzere iş dünyasından ve ihracatçıdan gelen şikayetlere baktığınızda Türkiye’nin gerekli dönüşümü sağlayamadan bir üst lige çıkmasının sancılarını okuyabiliyorsunuz.
Son açıklanan cari işlemler dengesi verileri de yukarıdaki argümanı destekler nitelikte. Daha az miktarda ihracat yapıyoruz.
Sattığımız malların fiyatında ise çok az bir artış var. Öte yandan aynı miktarda ithalatı daha yüksek fiyat ödeyerek yapıyoruz. O yüzden de 6 ay sonra ilk kez cari açık verdik. İşe sadece finansman tarafından bakıp yüksek cari açık verdiğimiz dönemlerde cazip faizler ve neredeyse kur garantisi vererek kısa vadeli sermaye çekmenin sonucunu biliyoruz. “Finanse ettiğimiz sürece yüksek cari açık sorun olmaz” diyen bürokratların ülke ekonomisini nasıl bir açmaza soktuğunu hatırlıyoruz.
“Türkiye’nin artık tekstil gibi sektörlerden çıkmayı düşünmesi gerekir” diyen bakanları da aynı düşünceleri muhafaza eder bir biçimde karşımızda görmeye devam ediyoruz. Bir kez daha yazalım: Türkiye bu üretim deseni ve ihracat yapısıyla yüksek gelirli bir ülke olmaya hazır değil. Kısa dönemde üretim desenini değiştiremeyeceğimize göre, değiştirmek için de bir adım atılmadığına göre yürütülen bu programı revize etme ihtiyacı çoktan gelmiştir.
Bu hataların arka planında şüphesiz enflasyonu talebi ve kuru baskılayarak düşürme tercihi geliyor. Neden? Çünkü kolay… Faizi yüksek tut, gelen sermaye hareketleriyle kuru baskıla, talebi kıs, enflasyonu düşür. Fakat başından beri yazdığımız gibi bu izlenen doğru bir dezenflasyon programı değil. En basitinden yanlış bir program bile doğru uygulanmıyor.
Mesela talebin baskılandığı bir ekonomide milli gelirin yüzde beşine yakın bir bütçe açığı olmaz. Talebi baskılamanın da bir adabı var! Bunun yükünü topluma eşit dağıtmadığınız da sosyal dengeler yıpranıyor. Ayrıca enflasyon beklentileri de yönetilemiyor. Koç Üniversitesi ve KONDA işbirliğiyle hazırlanan raporda iktidar bloğuna oy vermeye niyetli ve yine iktidara yakın kanalları seyreden vatandaşların bile enflasyon beklentisi yüzde 72. Muhalefet bloğunu söylemiyorum bile.
Beklentilerin yönetilmediği, hatta yüksek bütçe açıklarıyla beraber kötüleştiği, kurun neredeyse sabitlendiği ve ekonomide enflasyonu yapısal olarak doğuran hiçbir olumsuzluğun üstüne gidilmediği bir ortamda enflasyonu düşürmenin maliyeti çalışan, emekli ve sanayici için giderek yükseliyor. Sabit gelirlinin hali zaten malum ama son üç aydır sahada sanayici ve ihracatçıyla konuştuğumuzda da hiç iç açıcı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Bizden söylemesi…