Hastalıklarda bilinmeyen çevre etkisi, bilimin değişime karşı tepkisi
Geçen hafta sözünü ettiğimiz "Tıp Bu Değil" adlı kitap (İthaki Yayınları) tıbbın bugün bulunduğu noktaya daha çok felsefi bir eleştiri sunmaktaydı. Oysa benim amacım tıbbın mevcut veriler çerçevesinde ne kadar ileriye götürülebileceğini, bununla ilintili olarak biyolojinin sağladığı bilgilerin bunun üzerine nasıl eklenebileceğini anlamaya çalışmak. Süt, yoğurt, nişasta bazlı şeker, tarım ilaçları ve ardından tavuk (piliç) üretimi konularında okuduklarım yeni yorumun mümkün olduğunu göstermekte. Çünkü bir araştırma makalesinin okunmasının birkaç yöntemi vardır. Birincisi makalenin yazarının (bilim insanı) araştırdığı konu çerçevesinde değerlendirmektir. Oysa bilimsel makalelerin çok güzel özelliği şudur, araştırmacı amaçlarını belirttikten sonra yöntemini ve bulgularını açık ve yorumsuz bir biçimde verir, sonuçların yorumunu tartışma denen bölümde kendi bakış açısı ve o konudaki önceki makalelere atıfta bulunarak yapar. Bu yaklaşım sizin de yöntem ve bulgulara dayanarak aklınızdaki bambaşka sorulara yanıt bulmanızı sağlar. Bu araştırıcı bakış açısını ancak farklı disiplinlerde okuyabiliyorsanız gerçekleştirirsiniz. Bir şey daha gereklidir, hatta hepsinden önce gelir, sizden önceki bilim camiasının "tartışılmaz" olarak kabul ettiği ve o kabullenme sonrasında asla bir daha sorgulamadığı kavramları gerekirse reddedebilmelisiniz. "Gerekirse" kelimesinin altını çizmeliyim, aklınızda oluşturduğunuz ve işler olduğunu gördüğünüz modelle tümden çelişiyorsa önceki kabullenmenin doğru olup olmadığını sorgulamanız gerekir. İşte bu sorgulama kolay değildir, önceki bilgilerin alt-üst edilmesi sonucuna da götürebilir ve vardığınız noktada önceki bilgilerin sahipleri ya da takipçileriyle çatışmak zorunda kalırsınız. Ancak yapacak bir şey yoktur, tezinizin doğruluğuna inanıyorsanız onu savunmakla da yükümlüsünüzdür. Bu yöntemin en büyük sıkıntısı ise varılan çıkarımın tamamen yeni olması ve altının eldeki verilerle doldurulamaması durumunda yeni bir sava dönüşmesidir. Yani daha önceden varlığı hiç hesaba katılmamış bir değişkene bağlı olabilir, kapsadığınız yeni değişkenin kabul edilmesi, ettirilmesi en zor olandır. O değişkeni bulabildiğiniz bütün kanıtlarla desteklemek zorundasınız.
Romatizma hastaları hava durumundan neden etkilenir?
Yukarıda anlattıklarım çok karışık geliyorsa, bir örnekle açıklamaya çalışayım. Romatizma olarak bilinen hastalık grubu daha çok eklemlerde şişlik ve ağrı ile ortaya çıkan, kadınlarda daha sık görülen, ataklarla seyredebilen, ölümcül olmayan, ama hayatı çok zorlaştırabilen bir klinik tablodur. Bu tablo en fazla endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerde görülür, Afrika gibi geri kalmış bölgelerde romatizmaya hemen hemen hiç rastlanmaz. Tıp bu konuda çok fazla araştırma yapmış, hastalığın doğru tanısına yönelik algoritmalar (kriterler) ve tedavi konusunda da ileri teknoloji ürünü ilaçlar geliştirmiştir. Ancak hastalığın en önemli unsurlarından biri olan "hava durumundan etkilenmesi" meselesinin bilinen bilgiler içerisinde bir açıklaması yoktur. Romatizma hastaları havanın kapayacağını, yağmur yağacağını eklemlerinin ağrımasından kolaylıkla hissedebilirler. İşte yukarıda anlattıklarımın özeti bu örnektir, bilim insanı kendi bireyselliğinde "yeterli" olarak tanımlıyorken, hava durumundan etkileniyor olmasını hangi kefeye koyacaksınız? Dahası hava durumu migrenden depresyona pek çok hastalık durumu için de belirleyicidir. O zaman diğer canlılara bakarsınız. Mesela salyangozların ortaya çıkması sadece nemle ilişkili bir durum olmaktan çıkar, salyangozlar her yağmur yağdığında ortaya çıkmazlar, ama yağmur yağmayan pek çok akşamüstünde de onları görürsünüz. Bu örnekler doğrudan bilinç düzeyimize erişmeyen, ama algılarımızla kavradığımız başka bir değişkenin varlığını göstermek için yeterlidir, bu değişken, belki nem düzeyi, belki hava basıncındaki değişiklik, belki de havanın elektrik yükü olabilir. Ama belki de henüz ne olduğunu bilmediğimiz bir başka etkendir. Bu yaklaşım biçimi sizi romatizmadan yola çıkartarak bambaşka kavramları sorgulamaya götürür, bir yanı jeoloji, meteoroloji ve hastalık ilişkisidir, bir yanı da belki henüz tanımlanmayı bekleyen yeni kavramlardır.
Nevşehir Tuzköy örneği, kristaller ve mezotelyoma ilişkisi
Bundan birkaç ay önce Nevşehir Tuzköy'e gittim. Bu köy aslında havaalanının hemen dibinde, adı dünya bilim literatürüne "çevresel kanserler" başlığı altında geçmiş. Çağlar boyu yerleşim merkezi olmasına karşılık aslında bir volkanik bölge. Volkanik tüflerin arasında tırnağınızla bile kolaylıkla kazıyıp ufalayabileceğiniz "eriyonit" adı verilen kristalleri barındırıyor. Bunu bir nevi kurumuş tuz olarak canlandırabilirsiniz, ufalanıyor, toza dönüşüyor. Bu tüf bir cins beyaz sıvaya dönüştürülerek evlerin iç duvarları kaplanmakta kullanılmış. Oysa sıvadan kalkan eriyonit kristalleri havaya karışarak akciğerlerde birikmekte. Birikim bir süre sonra akciğer, karın ve kalbi kaplayan zar dokusunda mezotelyoma olarak adlandırılan kansere neden olmakta. Zar hücreleri aşırı miktarda çoğalmakta, sıvı birikmekte ve hastanın yaşamını tehdit etmekte. Ancak hastalığın mekanizmasına baktığınızda bildiklerinizin yeterli olmadığını görüyorsunuz, zira eriyonit akciğerde birikmesine rağmen, onu saran zarda hastalığa neden olmakta. Sonunda Sağlık Bakanlığı ve Kanser Savaş Dairesi'nin girişimiyle köy başka alana taşınmış. Yapılan araştırmalar akciğerdeki kristal birikimi ve hastalık arasında bir ilişki göstermekte, deney hayvanının karın boşluğuna enjekte ettiğinizde de benzer tabloya neden olmakta, lakin mekanizma hala sır. Ancak köylülerden öğrendiğiniz bir başka özellik daha var, hastalığa bağlı ölümler ataklar halinde seyretmekte. Yani o bölgede çok sayıda insan yaşamasına karşılık, her zaman bir hasta bulmanız söz konusu değil, hastalık bir anda ortaya çıkıyor, birkaç kişi birden hastalanıp birkaç ay içinde yaşamını yitiriyor, sonrasında yine uzun bir dönem hastalanan kimse yok. İşte bir kez daha yukarıda anlattığım durumla karşı karşıyayız, "atakların nedeni nedir?" Peki, hayvanlar depremi nasıl hisseder, deprem denen şey fiziksel bir sallanmadır, acaba hastalıkların açıklanmasında jeo-manyetik (dünyanın manyetik alanı) etki denen bir kavram da söz konusu mudur? Arayalım, görelim.
Önemli not ve teşekkür: Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) Biyogüvenlik Kurulu'na yaptığı GDO'lu gen başvurusunu geri çekti. Bu kararı nedeniyle TGDF'yi kutluyor, başta Greenpeace olmak üzere sürece katkısı olan herkese teşekkür ediyoruz.