Hasan Basri Bozkurt ve Hidromek
Geçen ay Türkiye’nin en önemli sınai müteşebbislerinden birisini kaybettik. Dikkat edin; müteşebbis değil sınai müteşebbis diyorum. OECD’nin de teyid ettiği üzere Türkiye müteşebbislik açısından fakir değil zengin bir ülke. Ancak sınai müteşebbislik açısından durum böyle değil.
Türkiye’de müteşebbislik biraz da “mecburiyetten” gelişti. İşsiz olup evine helalinden ekmek götürmek isteyen milyonlarca insanımız işportacılık, simitçilik, esnaflık, lokanta-kafecilik yapıyor. Biz bu tür basit müteşebbisliği genellikle desteklemek yerine cezalandırıyoruz. Örneğin belediyelerimiz, zabıtalar eliyle işportacıları epey bir cezalandırıyorlar. Oysa belediyelerimizin bu tür helalinden gelir getirici aktiviteleri kayıt altına alarak, eğiterek, hizmet kalitesini geliştirerek hatta maddi yardım yaparak desteklemeleri gerekiyor.
Müteşebbislik kalite yelpazesinin üst kısımlarında ise sınai ve teknolojik alanlar yer alıyor. Bu alanlarda müteşebbisimiz az ve giderek (oransal olarak) azalıyor. Çünkü, Türkiye gibi ülkelerde en çok cezalandırılan kesim bu kesim. Sınai ve teknolojik müteşebbisler bir taraftan ucuz ama zeki ve çalışkan Çin ile diğer taraftan da Kore, İsviçre ve Almanya gibi oturmuş sanayi ve teknoloji devleri ile rekabet etmek zorunda. Bu rekabette, bir taraftan yüksek ücret, yüksek finansman maliyetleri, elverişli olmayan iş ortamı ve öngörülemeyen siyasi (darbe girişimlerinden Trump faktörüne) ve ekonomik (sık sık değişen kararlar, kamu alımlarında yabancı şirketlerin tercih edilmesi gibi) şartlarla mücadele etmek zorundalar.
Bu zorluklar müteşebbis nüfusunu sanayiden inşaat gibi kısa dönemde sonuçlandırılabilen ve kolay sektörlere itiyor. Ülkemizdeki en büyük aile şirketlerinin ikinci nesil temsilcilerinin özgün sınai ve teknolojik sahalardan çıkmasının sebebi de bu. Bu yerli gruplar, sanayi ve teknoloji alanında uluslararası gruplarla (kendilerinden çok daha sonradan kurulanlar dahil) rekabet edebileceklerini düşünmüyorlar. Ar-Ge’ye gerekli yatırımı yapmıyorlar ve bu alanlara yeni tesis kuramıyorlar.
Bu durum da bize Hasan Basri Bozkurt gibi öncü sınai müteşebbislerin önemini hatırlatıyor. Bu tip sınai müteşebbisleri üretemezsek ülkemizin geleceği karanlık zira, dünya ticaretinin büyük kısmı sanayi ürünlerinden oluşuyor. Dünyaya satabileceğiniz sanayi ürününüz yoksa dünya ekonomisiyle sürdürülebilir bütünleşmeye giremezsiniz. Sürekli cari açık veren bir ülke olursunuz. Almanya, Güney Kore, İsveç, İsviçre gibi dünya ticaretine başarılı entegre olan ülkelerde bu durum Hasan Basri Bozkurt tipi müteşebbislerle gerçekleşiyor.
Hasan Basri Bozkurt’un Hidromek şirketi, Ankara’da küçük bir atölyeden özgün teknolojisiyle dünyanın önde gelen iş makineleri üreticileri arasına girdi. Hidromek’in ürettiği iş makineleri onlarca ülkeye ihraç ediliyor ve yurtdışı ödüller alıyor. Yani uluslararası arenada başarıyı yakalamış bir şirket kazandırdı Türkiye’ye Hasan Basri Bozkurt. Türkiye’nin maalesef hala sanayiciyi cezalandıran sistemine rağmen bunu başardı.
Hasan Basri Bozkurt yeni kurulan Ostim Teknik Üniversitesi’nin de aktif bir mütevelli heyet üyesiydi. Üniversite’nin “sanayinin üniversitesi” olması gerektiğinin üzerinde çok dururdu. Yani projelerini sanayiden alan, sınai ve uygulamalı araştırma yaparak sanayi kesiminin sorunlarını çözen, öğrencilerini gerçek hayata hazır halde ve işe başlar başlamaz üretken olabilecek şekilde yetiştiren bir üniversite.
Hasan Basri Bozkurt modern Nuri Demirağ idi. Nur içinde yatsın.