Hangisi daha korumacı, Çin mi yoksa Amerika mı?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Bu aralar dünyanın gözü Çin’de. Neden mi? Başkan Şi ve Başkan Trump’ın Buenos Aires’teki akşam yemeği toplantısından doksan günlük bir ateşkes kararı çıktı da ondan. Amerika-Çin ticaret savaşında silahlar şimdilik sustu. Şimdi herkes Amerikan’ın milyarlarca dolarlık ek ithalat vergisi koyma kararına Çin’in nasıl karşılık vereceğine odaklanmış durumda. Ben bu haftanın başında Çin’in başkenti Pekin’de “Çin’i Anlamak” başlıklı bir toplantıdaydım. Doğrusu Çinlileri çok soğukkanlı gördüm. Fevri ve ani hareketlerden uzak durulması gereken, netameli bir sürecin içinden geçtiğimizin farkındaydılar. Bir sonraki adımı dikkatli hesaplamaya çalışıyorlardı. Doğrusu ya, gezegenimizin geleceği açısından umutlandım. Umutlandım ama rahatlamış filan değilim. Ortadaki ihtilaf son derece iki taraf için de son derece ciddi ve yaşamsal. Gelin çabucak anlatayım.

Mesele nedir?

Amerika-Çin ticaret savaşı deyince ortaya çok fazla gürültü çıkıyor. Bu gürültünün önemli bir bölümü, Trump’ın reality show tadındaki üslubundan kaynaklanıyor. Ortadaki gürültü, Trump ve Amerika’yı korumacı, Çin’i ise küreselleşme yanlısı gibi gösteriyor. Halbuki hakikat tam da öyle değil.

Çin, geçen hafta 18 Aralık günü, Deng Şiaoping liderliğinde başlatılan dışa açılma sürecinin kırkıncı yılını kutladı. Ancak Çin bizim anladığımız manada, Türkiye gibi dışa açık bir ülke değil. Yabancılar için Çin piyasalarına erişim hala izine tabi. İç pazar seçici gümrük tarifeleriyle ve bir dizi imtiyaz ile özenle korunuyor. Bu hem mallar için hem de fabrikalar için, yani doğrudan yatırımlar için geçerli. Tarım ve hizmetler ile finansal piyasaları saymıyorum bile.

Çin’in, yeni teknolojik devrim çağında, her alanda Amerikan firmalarına rakip firmalar çıkarabilmesi, Çin piyasalarına erişimin izne tabi olması ile yakından alakalı. Bu çerçevede, Batı aslında bir bütün olarak, Çin piyasalarına erişimin serbestleştirilmesini, Çin’in kırk yıldır devam ettirdiği, kontrollü küreselleşme sürecini sona erdirmesini, kendisini küresel dinamiklere bırakmasını istiyorlar.

Çin ise kırk yılda yaklaşık 800 milyon kişiyi yoksulluk çizgisinin üzerine çıkaran, küresel enflasyon oranlarını düşüren kontrollü küreselleşme programını hemen terk etmek istemiyor haliyle. Kontrollü dışa açılma sürecini, yine, kontrollü bir biçimde, tedrici olarak, serbestleştirmek istiyor. Dolayısıyla Çin yönetimi mevcut kontrollü dışa açılma sürecini yeni bir aşamaya sıçratmak konusunda istekli ama bunu; Batı’nın dediği gibi değil, kendi bildiği gibi yapmak istiyor. Haksız mı? Değil elbette. Batı ise serbestleşme takvimini sektmrler bazında hemen görmek istiyor. Haksız mı? Değil.

Verinin sahibi kimdir?

Peki, Batı’nın Çin konusundaki acelesi nereden kaynaklanıyor? Ben burada iktisadi faktörlerin etkili olduğu kanaatindeyim. Gürültüyü temizlersek, benim gördüğüm şudur: Çin, 1,3 milyarlık nüfusunun, teknolojik yenilikler sürecinde kendisine getirdiği avantajı sonuna kadar kullanmak istiyor. Amerika ve Avrupa ise bunu istemiyor. Böyle bakarsanız, Batı, Çin’in özellikle ve öncelikle, veri paylaşımı konusunda herkese açık olmasını istiyor.

Verinin işlenmesinin, veri analitiğinin, elektriğin keşfi gibi hayatımızın örgütlenme ve işlerin yapılış biçimini tümden değiştirmekte olduğu bir yeni çağdayız. Şimdi soru şudur: Verinin sahibi kimdir?

Bu konuda Batı’da da tek bir uygulama yok aslında. Avrupa Birliği ülkelerinde veri, özel mülkiyet kapsamında değerlendiriliyor. Kişinin kendi rızasını almadan, türettiği veriyi işleme tabi tutamıyorsunuz.

Veri, Amerika’da ise bir doğal kaynak gibi değerlendiriliyor. Bir şirket, mesela Facebook, bir hizmeti yerine getirirken sahip olduğu veri setini bir pozitif dışsallık gibi herhangi bir fiyatlamaya tabi tutmadan kullanabiliyor. İş sürecinde derlenen veriler, aynı, başka bir iş yaptığınız araziden birden petrol fışkırmaya başlaması gibi değerlendiriliyor. Şimdi Kaliforniya başta olmak üzere Amerikan eyaletleri “kişisel verilerin korunması” yolundan giderek, Avrupa örneğine yakınsıyorlar. Cambridge Analytica hadisesi akılları başlara getirmiş gibi duruyor.

Çin’de ise veri kamu mülkiyetinde. Sosyalist piyasa ekonomisi tanımlaması, meseleye verinin mülkiyeti açısından baktığınızda yeni bir mana kazanıyor. Veri söz konusu olduğunda, özel mülkiyet mi, kamu mülkiyeti mi? İşte bütün mesele bu.

Bu pilav daha çok su kaldırır, bu çatışma bitmez

Peki, bu sorunun cevabı kolay mı? Hayır. Hadisenin kökü çok daha derinde olduğu için bu ticaret savaşları işi kolaylıkla bitmez.

Veri paylaşımı üzerindeki kısıtlar, Amerikan teknoloji şirketlerinin, Çin teknoloji şirketleri karşısından bir rekabet kısıtına çarpmalarına neden oluyor. Çin, Amerika’nın finanse ettiği temel araştırma bulgularından sonuna kadar yararlanıyor ama bu temel araştırmaya dayalı yeniliklerin ticarileşmesinde kendi şirketlerine özel bir alan açıyor. Amerikalıların, “küreselleşme nimetlerinden yararlanıyor, külfetine katlanmıyor” dediği işte tam da bu.

Doğrusu ben bu tartışmanın Türkiye dahil, gelişmekte olan ülkeler için son derece ufuk açıcı olduğu kanaatindeyim. Yeni teknolojik devrim çağında herkesin kendi avantajlarını, imkanlarını dikkatle değerlendirmesi ve pozisyon alması gerektiğini düşünmekteyim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar