Hamburg yolculuğu…

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

 

Bir kez daha Almanya; yine, yeniden Hamburg… En sevdiğim kentlerden birine Türk Hava Yolları konforu ile keyifli bir yolculuk… Daha havalimanında iken CIP salonunda biribirinden leziz tatlar eşliğinde sunulan sabah kahvaltısı ile anlaşılmıştı günün, güzelliklere gebe olduğu… Bademliden limonluya 7-8 çeşit yeşil ve siyah zeytin, ânında her kıvamda yaptırabileceğimiz yumurtalar, kaliteli peynirler, istediğimiz pembelikte kızarttığımız ekmek dilimleri, domatesler, minik açmalar, poğaçalar, tatlı standı, çorba, kahveler, kaliteli içkiler…  5 yıldızlı bir otelin fevkinde bir sunum ve burada sayamadığım kadar çeşit…

Sonra, körükten tam vaktinde ayrılış ve tüm uçuş boyunca dünyada çok az havayolu şirketinin hizmeti olan 'flying chef' uygulamasının ayrıcalığı… Bu uygulama, Türk Hava Yolları'nda başladığından bu yana müşteri memnuniyetini artıran en önemli konseptler arasına katıldı... Bu hizmet, uçuş ekibinin diğer görevlerine daha konsantre olmasını da sağlıyor. Flying chef'ler, yolculara restorandaki gibi örneğin eti nasıl istediğini soruyor, o günkü mönüyü, farklı damak zevklerine, tercihlere göre ayrı ayrı hazırlayıp bizzat sunuyorlar. Hattâ, eğer yolcu, yemek yerine hafif bir atıştırmalık isterse 'aşçı kiti' ile onu da ikram etmeleri mümkün. Bütün bunlar, yolculuğun keyfini artırırken, uçakta değil, şık bir restoranda yemek yediğiniz duygusunu da uyandırıyor...

CIP'de başlayan kaliteli hizmet, böylelikle tüm yolculuğumuz süresince havada da devam etti… Peşpeşe iki film izledikten sonra - ikincisini bitiremeden - Hamburg'un sisli bir sabahında Fuhlsbüttel Havalimanı'na tam vaktinde indik…

Her zaman söylerim, kentleri güzel kılanlar, onun doğası, kültür-sanat etkinliklerinin yanısıra oranın insanlarıdır… Hamburg'u çok sevmemin nedenlerinin başında da Abidin Yurtsever ile Demir Gökgöl ve orada yaşayan birçok Türk, Alman dostum geliyor…

Tevfik Başer'in "40 Metrekare Almanya"sı ile Fatih Akın'ın birçok filminden hatırlayacağınız Demir'i, bu senenin bahar aylarında kaybettik… Biz, bir sacayağıydık, artık eksik kaldık… O, benim ve Abidin'in hayatında çok, ama çok önemliydi, söylediğim gibi bir parçamız, abimiz, babamızdı…

Sevgili Abidin, dostlarının seslenişiyle Abi, beni havalimanından aldı, eve ya da restoranı Anleger 1870'e uğramadan, hiç zaman kaybetmeksizin kendimizi Hamburg'u saran sislerin içine attık…

Ağaçların arasında, çoğu kez bir aracın ilk kez geçtiği yollarda durmaksızın, saatlerce yol aldık; bir ahırdan bozma nefis bir café'de kahve içip lezzetli pastalar yedik… Konuşacağımız, biribirimize anlatacağımız o kadar çok şey vardı ki… Demir, kalbimizde, aklımızdaydı…

Sonbahar bir başka güzellik getirmişti kuzeyin ormanlarına: Sis, yaprakların güz ile oluşmaya başlayan onlarca rengini saklıyor, biteviye akan bir griliğin içinde bizi sanki eritiyordu, ama onları hemen her mevsimde o kadar çok görmüştük ki, belleğimiz, bir film gibi gerçek renkleri gözlerimize sızdırıveriyordu… Konuşmanın akışına göre bazen ilkbahar, bazen kış, bazen yaz ışıkları giriyordu aracımızın penceresinden. Dışarıdaki gerçek hayat ise o anda fark etmediğimiz sonbahardı… Hem de sislerin arkasına saklanmış bir güz…

Birdenbire gece iniverdi üstümüze, ama her yer zifire bürünemedi, sisin griliği egemendi geceye de…
Artık, Hamburg'a geri dönmemizin zamanıydı… Birkaç saatliğine de olsa gerçek dünyadan kaçabilmiş, doğanın ortasında ruhlarımızı sağaltmıştık… Sanatla, kültürle, sohbetle geçecek birkaç günüm daha vardı bu güzel kentte… Belki limanda uzun bir yürüyüş ya da iyot kokusunu soluyabilmek için Kuzey Denizi'ne, akıp gidin kumsallara yapılacak bir yolculuk da olabilecekti kaderimizde, kimbilir?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar