Hâlâ bir şansımız var mı?
Olaylar böyle sürdükçe bir süre daha eski yazılarımdan alıntı yaparak başlayacağım anlaşılan. Kasım yazısının başlığı "olağanüstü dönemler olağanüstü önlemlerin alınmasını haklı kılar" şeklindeydi. Olağanüstü önlemlerin altını çizmekte yarar var. Aynı yazı ekim ayındaki yazımdan alıntı yapıyordu. Alıntı "resesyona karşı ne yapabiliriz" sorusunun yanıtı ile ilgiliydi. Aşağıda ele alacaklarım açısından o alıntı önemli; iki alternatife değinmiştim:
"Birincisi şu: Eskiden beri uygulaya geldiğimiz politikalara devam ederiz. AB sürecini hızlandırarak bu politikaları güçlendiririz. Ek olarak IMF çapasına sarılırız. Bu durumda 'her şey (büyüme ve işsizlik) olacağına varır'.
İkinci bir alternatif var; ama biraz daha düşünmek ister. Kabaca gerekçesi şu: Şüphesiz AB ve IMF çapaları önemli; bunları atmalıyız bir an önce. Ancak, olağanüstü zamanların olağanüstü önlemler gerektirebileceğini unutmamak gerekiyor. Böyle zamanlarda her zamanki söylemin dışına çıkmakta yarar var. Zira bu çapaların atılması ne kadar önemli olursa olsun, 2009'da Türkiye ekonomisinin durgunluğa girmesi olasılığını azaltmaları mümkün değil. Kaldı ki, dünyanın önde gelen ülkelerinin, mali sistemin yanı sıra şirketler kesimini de ayağa kaldırmak için karar üzerine karar aldıklarını da dikkate almakta yarar var.
İkinci alternatif şu sorunun yanıtına bağlı: İşsizliğin artmasını engellemek, şirket iflaslarını önlemek için tıkanma olasılığı oldukça yüksek olan kredi kanalını nasıl çalıştırabiliriz? Unutmamak gerekiyor, küresel mali sistemde çıkan yangının Türkiye'de yaşanmamasının temel nedeni sağladığımız mali ve parasal disiplin sayesinde düşen kamu borcu ve sağlam mali sistemimiz. Dolayısıyla, soru şu şekle dönüşüyor: Mali ve parasal disiplini bozmadan olası kredi tıkanıklığını nasıl önleyebiliriz?"
Yapılan açıklamalara göre IMF ile anlaşmak üzereyiz. Bu kısa vadeli bir anlaşma olacak ve IMF'den önemli bir kaynak sağlanacak. AB sürecini hızlandırmak bir tarafa bırakıldığında, yukarıda değinilen birinci alternatifi seçmiş gibi görünüyoruz. İkinci alternatifte de IMF var, ama çok daha fazlasını yapmak gerekiyor(du); onlar ise şimdilik yok. Bunu açacağım, ama önce son gelişmelere bakmakta yarar var.
Beklenenler ne yazık ki gerçekleşiyor
Şöyle bir durum düşünün: Döviz kuru artıyor, faizler yükseliyor ve borsa endeksi aşağıya gidiyor. Bu gelişmeler bazı şirketleri, mali yatırımcıları ve tüketicileri olumsuz yönde etkiliyor. Elinde tuttuğu hisseyi satıp bir şeyler satın almak isteyen zararlı çıkıyor. Kur yükselişi döviz cinsinden borçları olanların canını sıkıyor. Faiz artışı da değişken faizle borçlanmış olanları ya da yeni kaynak arayışındakileri üzüyor.
Düşünmeye devam edelim. Bu gelişmelerden yararlanacaklar da var. Düşük fiyattan hisse almak isteyenler, döviz cinsinden ve değişkenli faizle borç vermiş olanlar… Borsadaki düşüş, kurdaki ve faizdeki artış küresel olumsuz koşullar nedeniyle gerçekleştiyse, kürede işler rayına girdikçe bu olumsuzlukların yavaş yavaş ortadan kalması beklenir. Süreç içinde bazı ekonomik birimler kaybeder, bazıları da kazançlı çıkar.
Sonuçta toplulaştırıp baktığınızda, yani makro düzeyde incelediğinizde çok da dert edecek bir durum olmayacaktır. Üretim ve işsizlik düzeyine olumsuz yansımalar hem sınırlı olacak hem de bir süre sonra ortadan kalkacaktır. Bu anlamda 'kriz inişe geçmiş' olacak, sizin de yeni bir önlem paketi düşünmeniz, açıklamanız ve de uygulamaya koymanıza gerek kalmayacaktır. Ama durum böyle değil.
Küresel krizden Türkiye'nin çok olumsuz yönde etkileneceğini daha önce defalarca belirttim: Üç kanaldan… Birinci kanal kredi kanalıydı. Şirketlerimiz ve bankalarımızın vadesi 2009'da dolan önemli miktarda dış borçları var. Normal koşullarda geri ödemelerinden daha fazla miktarda borçlanmaları, böylelikle hem yükümlülüklerini yerine getirmeleri hem de taze kaynak bulmaları beklenirdi. Oysa böyle olmayacak, vadesi gelen borçlarından daha az borçlanabilecekler. Ödemeler dengesine ait en son eylül rakamları var; bu olumsuz gelişme henüz gözlenmiyor. Ancak geçenlerde basında bir bankamızın vadesi gelen borcunun yüzde 80'ini karşılayacak miktarda yeni dış borç bulduğu övünülerek anlatılıyordu (yüzde 20'sini kendisi ödeyecek, bu kadar az kredi açacak diye de okuyabilirsiniz). Korktuğumuz gerçekleşiyor.
İç kredi
Kredi kanalından yansıyacak olumsuzluk bir de yurtiçi kredi miktarının azalması şeklinde olacak. Şirketler ve tüketiciler eskisinden daha az kredi kullanabilecekler bankalarımızdan. Önce alt ayrımlara inmeden toplam kredi miktarına bakalım. En son haftalık veriler 28 Kasım 2008'e ait. 24 Ekim'den bu yana kredi miktarı azalıyor. Şüphesiz bu verileri enflasyondan arındırıp bakmakta yarar var. Böyle yapınca ve 2007 başından bu yana resmedince Grafik 1'deki durum ortaya çıkıyor: Son haftalarda, reel kredi miktarı önce belli bir düzeyde sabit kalıyor, sonra da düşmeye başlıyor.
Şüphesiz, bu belirttiğim gelişmenin henüz belirgin bir eğilim oluşturduğunu söyleyecek kadar veri yok elimizde. Ama bu gözlemler duyduklarımızla ve beklentimizle uyumlu. Duyduklarımızla uyumlu çünkü: Son haftalarda, reel kesimin bankaların tavrıyla ilgili giderek artan şikayetlerini basından izliyoruz. Beklentilerimizle uyumlu çünkü: Bu güvensizlik ortamında herkesi tatmin edici bir ekonomik program açıklanmadığı sürece bankaların 'doğal' tavrı 'kredi muslukların kısılması' tavrı olacak.
Peki, alt kredi kalemlerine bakıldığında durum ne? Farklı değil. En son 5 Aralık 2008'e ait veriler var. Tüketici kredileri eylül sonundan bu yana en düşük değerinde. Gerçi aradaki fark çok yüksek değil, ama enflasyondan arındırılarak bakıldığında ve daha önceki dönemlerdeki hızlı yükseliş dikkate alındığında korkulanın gerçekleşmekte olduğu rahatlıkla belirtilebilir.
İhracat ve belirsizlik
İkinci kanal ihracat kanalıydı. Büyük ekonomiler daralıyor; bu ülkelerin vatandaşlarının geliri bir önceki yıla göre düşüyor. Dolayısıyla tüketim harcamaları azalacak, en azından eski hızıyla artmayacak. Tercümesi şu: Bizim ürettiğimiz mallara olan talepleri de azalacak. Üstelik herhangi bir ekonomide gelirin düştüğü dönemlerde öncelikle büyük meblağ tutan tüketim harcamalarının azaldığını biliyoruz; otomobil, beyaz eşya gibi…
Oysa bizim ihracatımız içinde çok önemli bir yer tutuyor bunlar. İhracatta beklediğimiz bu olumsuz gelişme, ne yazık ki son iki ayın ihracat rakamları tarafından doğrulanıyor. Bir yıl öncesinin aynı dönemine göre ihracat ekim ayında yüzde 2, kasım ayında ise yüzde 22 oranında azaldı. Üstelik kasım ayı ihracatı bu yıl gözlenen en düşük ihracat düzeyini temsil ediyor.
Üçüncü kanal belirsizlik kanalıydı. Bu ortamda, üstelik çoğu ülke önlem üzerine önlem alırken bizde bir ekonomik önlem paketi açıklanmadığı için, yatırımcıların ve tüketicilerin ekonomiye duydukları güvenin azalması beklenirdi. Bu da gerçekleşiyor. Hem CNBC-E, hem TCMB, hem de TÜİK-TCMB anketleri bu sevimsiz gelişmeyi açık biçimde ortaya koyuyorlar. Mesela TCMB'nin reel kesim güven endeksi kasım ayında 54.6'ya düştü. Bu inanılmaz ölçüde düşük bir oran (100'ün üstü güvenin arttığını, 100'ün altı ise düştüğünü ifade ediyor).
Büyüme
Bu olumsuz gelişmelerin öncelikle özel sektör yatırımlarını ve hanelerin dayanıklı tüketim mallarına yaptıkları harcamaları azaltması beklenir. Bu kalemler milli gelirin çok önemli bir kısmını (yaklaşık yüzde 90'nını) oluşturuyor. Dolayısıyla, büyüme hızımızın da düşmesi beklenir. Nitekim bu da gerçekleşiyor.
Grafik 2'de özel sektör yatırımlarının 2001'in ilk çeyreğinden bu yana yıllık artış hızları yer alıyor. 2002'nin ikinci çeyreğinden başlayarak hep pozitif olmuş bu hız. Ancak 2008'in üçüncü çeyreğinde yatırımların azaldığını görüyoruz. Grafik 3'te ise hanelerin mobilya ve ev eşyasına yaptıkları harcamaların yıllık artış hızı var. Yatırım harcamalarındaki kadar keskin olmasa da benzer bir gelişme bu tüketim kalemi için de gözleniyor.
Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak büyüme hızımız 2008'in son çeyreğinde sadece yüzde 0.5 oldu. Büyüme hızındaki yavaşlama son çeyreğe özgü değil; uzunca bir süredir azalıyor. Ama son yıllarda hiç bu kadar düşük olmamıştı (Grafik 4).
Unutmayalım tüketim, yatırım ve büyüme hızlarımızdaki bu gelişmelere henüz küresel mali krizin etkisi tümüyle yansımış değil. 2008'in son çeyreğinde ekonomimiz küçülecek. 2009'da bizi çok düşük bir büyüme hızı bekliyor. En iyimser tahminler bile 2009 büyümesinin yüzde 2'ye ulaşmayacağını söylüyor bizlere. Ekonominin küçülmesi riski de az değil. Bu risk gerçekleşmese bile, düşük büyüme hızı işsizliğin sıçraması anlamına geliyor. Bir de küçülme riskinin beraberinde getireceği işsizlik düzeyini düşünün.
Şimdi farklı
Yerine başka bir program koyamadığımıza ve gidişat da iyi olmadığına göre IMF ile anlaşmaktan başka çaremiz yok. Ama bu anlaşmadan 2002-2006 döneminde elde ettiğimiz sonuçları beklemememiz gerekiyor. Yani IMF ile anlaştık, güven hemen artacak, haneler yine harcamaya başlayacaklar, yatırımlar yükselecek; sonuçta oldukça yüksek bir hızla büyüyeceğiz (o dönemin ortalama büyüme hızı yüzde 7.2 idi)… Yok böyle bir şey…
Çünkü o zamanki koşullarla şimdiki koşullar çok farklı. O dönemin temel sorunlarından biri banka kurtarma operasyonu sonucunda sıçrayan kamu borcunun nasıl döndürüleceğiydi. Büyük bir kesim o kadar yüksek borcun sürdürülemez olduğunu düşünüyor ve ona göre davranıyordu. Bu nedenle reel faizler uçuk-kaçık düzeylere çıkmıştı. Bu, borcun sürdürülemezliği kaygılarını daha da artırıyor ve ekonomiye duyulan güvenin yerlerde sürünmesine yol açıyordu.
Ekonomik birimlerin tekrar harcamaya başlaması için öncelik sürdürülemezlik kaygılarını ortadan kaldırmaktı. Bunun yolu kamu maliyesine disiplin getirmekti. Dikkatinizi çekerim; 2001'de ekonomi küçülüyordu, buna rağmen büyüme hızının artırılmasının yolu kamu harcamalarının artırılması ve vergilerin düşürülmesinden yani genişlemeci bir Maliye politikasından geçmiyordu. Tam tersine mali disiplin olmaz ise olmaz koşuldu.
IMF ile yapılan anlaşma, bu anlaşma çerçevesinde yürürlüğe konulan programla sağlanan mali ve parasal disiplin ve beraberinde IMF'den gelen kaynak zamanla borcun sürdürülebilirliği hakkındaki kaygıları azalttı. Ekonomiye duyulan güven arttı. İç politik gelişmeler, özellikle 2001'in ikinci yarısı - 2002 dönemindekiler zaman zaman bu güveni sarstı, ama sonuçta bu politik gelişmeler ortadan kalktıkça ve program sürdürüldükçe güven neredeyse kesintisiz yükseldi. Zira güveni son derece düşük bir düzeye indiren unsurlara topyekûn savaş açılmıştı.
IMF ile anlaşmak yeterli mi?
Oysa şimdi böyle değil. Güveni temelde azaltıcı iki unsur var. Birincisi ve en önemlisi tüm dünya derin bir kriz yaşıyor. Krizin mali kısmı (daha önceki yazılarımda yangın dediğim kısım) kontrol altına alındı gibi görünüyor. Kontrol altına almış gibi görünse de mali sistemde hasar büyük. Bizim gibi ülkelere eskisi gibi kaynak gelmesi beklenemez. Üstelik krizin reel sektörde olan kısmı tüm şiddetiyle sürüyor. Ek olarak reel krizin mali krizi (yangını) kontrolden çıkarma riski de var. İşler yolunda giderse bu risk gerçekleşmeyecek ama tüm 2009 tüm dünyada reel sektör açısından çok sorunlu geçecek. Tüm bu sorunlar dönüp dolaşıp bize yansıyor. Bunu bizim ortadan kaldırma şansımız açık ki yok. Sadece tüm dünyada alınmakta olan önlemlerin bir an önce çare olmasını dileyebiliriz, o kadar.
İkincisi, bu aşamaya kadar krizi kötü yönettik. Yine kendi başımıza sağlam bir ekonomik programa tasarlayamama hastalığımız nüksetti. Olağanüstü dönemlerin olağanüstü önlemler gerektirdiğini unuttuk. Geçen ayki yazımda tartıştığım ve TEPAV'ın web sayfasında (<http://www.tepav.org.tr>) da yer alan türden önlemeleri devreye sokabilseydik, özellikle kredi kanalını yeniden işletebilecek önlemleri almış olacaktık. Dolayısıyla da büyüme hızımız açısından ileriye daha olumlu bakabilecektik.
IMF ile anlaşmayacağız dedik. Olabilir. Ama kendimiz de bir şey yapmadık. Oysa öncelikle bütçenin harcama kalemlerini olağanüstü dönem önlemlerini gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenleyebilirdik. IMF ile de masaya bu önlemleri aldıktan sonra oturabilirdik. Çünkü IMF bu önlemlere sıcak bakmayabilir. Sözünü ettiğimi türden önlemelerin mali disiplini derinden bozucu önlemler falan olmasından değil. Sadece bu önlemlerin IMF'nin alışık olmadığı (ortodoks olmayan) türden önlemler olmasından. Hepsinin de sağlam gerekçeleri var ve yapılabilirler(di).
Özetle şu: Küresel krizin ve getirdiği belirsizliklerin sürmesi, bu ortamda dış kredi musluklarının eskisi kadar açık olmayacağı, yine bu ortamda iç kredi musluklarının da tıkanıklık yapacağı, IMF ile yapılacak anlaşmanın bu sorunların tümüne değil de bir kısmına çözüm getireceği, bizim ise ekonomik program tasarlayamama ve hızlı karar alamama hastalığımız gibi nedenler dikkate alındığında, sırf IMF ile anlaştık diye 2009'u kazasız belasız atlatacağız ve sonra da hızla büyüyeceğiz diye beklememek gerekiyor.
Evet, IMF anlaşması bize yardımcı olacak, büyük olasılıkla 2009'da ekonomimizin küçülmesini engelleyecek. Ama hem kendi önlemlerimizi alarak hem de arkasından IMF ile anlaşarak çok daha olumlu sonuçlar elde etme şansımız vardı. Bunu ıskalamak üzereyiz. 'Üzereyiz' çünkü; belki hâlâ IMF'ye olağanüstü önlemlerin gerekçelerini anlatarak bir uzlaşma sağlama şansımız vardır. Kim bilir?