“Hakim durumun kötüye kullanılması”: Bir iktidar ve güç değerlendirmesi
Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Rekabet Hukuku ile ilgili bir kavram. 1994 yılında TBMM’de kabul edilen ve 1997 yılında oluşturulan Rekabet Kurumu ile yürürlüğe giren ‘4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un (RKHK) 6. Maddesi yukarıdaki başlığı taşıyor. Adı geçen Kanun’un 6. maddesi aynen şöyle: “Bir veya birden fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hakim durumunu tek başına yahut başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasaktır.”
RHKH’da teşebbüslerin piyasalarda hakim duruma gelmeleri yasaklanmıyor. Yasaklanan, hakim durumun kötüye kullanılması. Hakim duruma gelmenin kendisi değil. Tam tersine, bir teşebbüsün elde ettiği başarılar sonucunda ölçeğini büyüterek hakim duruma gelmesi bir başarı ölçütü olarak kabul ediliyor. Acaba, yasaklanması gereken sadece hakim durumun kötüye kullanılması değil, bizatihi hakim duruma gelmenin kendisi mi olmalı? Hakim durumun ve onun getirdiği gücün ve iktidarın belirli bir sınırı aşması durumunda, kötüye kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın, yasaklama mı getirilmeli?
İçinde bulunduğumuz bilgi toplumunun bakış açısı ve değerlendirmesi çerçevesinde bu sorunun “evet” olarak cevaplandırılması gerekir diye düşünüyoruz. Bu değerlendirme sadece ekonomide değil, politika ve yaşamın diğer birçok alanı için de geçerli.
RKHK’nın adı geçen 6. maddesi, kanaatimizce iktidar ve güç olgusuna ilişkin olarak, 1970’li yıllara kadar geçerli olan paradigmaya (genel değerlendirmeye) uygun olan bir yaklaşımın ürünü. Bu paradigmaya göre, güç iyinin elinde iyi, kötünün elinde kötüdür. Bu paradigmanın çarpıcı bir ifadesi, “bıçağın cerrah elinde can kurtarırken katilin elinde can aldığı” şeklinde dillendiriliyor. Bu yaklaşıma göre güç ve iktidarın getirdiği hakim durumun iyi ellerde tutulabildiği sürece engellenmesi değil, tersine teşvik edilmesi gerekir. Hakim durumun kötüye kullanılması ise güç ve iktidarın kötü ellerde bulunduğunun bir göstergesi olduğundan suçtur. Dolayısıyla da yasaklanmalıdır.
1970’li yıllarda seslendirilmeye başlanan ve giderek ağırlık kazanan paradigma ise güç ve iktidarın merkezileşmesini ve belirli ellerde toplanmasını olumsuz olarak değerlendirmektedir.
Halen geçerli olduğunu düşündüğümüz bu paradigmaya göre, güç ve iktidar kötülük tohumlarını içinde taşımaktadır. Güç ve iktidar arttıkça bu tohumlar gelişip serpilmekte, gerek ekonomik hayatta ve gerekse politik alanlarda kötüye kullanılma tehlikesini içinde taşımaktadır. Dolayısıyla belirli ellerde toplanan güç ve iktidarın belirli sınırları aşması engellenmelidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu yaklaşım tarzı sadece ekonomik örgütler için değil; politik, sosyal ve diğer örgüt tipleri için de geçerlidir.
Nitekim 2008 ekonomik krizinde bizzat ABD Başkanı Obama tarafından dile getirilen, başta bankalar ve çeşitli finans kuruluşları olmak üzere, “too big to fail” (batmasına izin verilemeyecek kadar büyük teşebbüsler) söylemi, bu yeni paradigmal yaklaşımın teşebbüsler seviyesinde uygulamaya geçmesi gereğine ilişkin bir işaret olarak algılanabilir.
Günümüz bilgi toplumunda geçerli olan bu paradigmaya göre iktidar belirli bir dozdan sonra bağımlılık yaratıyor. Bu bağımlılık bazı ellerde çok ileri seviyelere kadar uzanabiliyor. Hatta korkunç seviyelere kadar çıkabiliyor.
Sonuçta, vazgeçilemeyen her şeyde olduğu gibi, burada da gücün ve iktidarın esiri olunuyor. Üzerinden geçilerek ilerlenen köprülerin yıkılıp atılmasında bir sakınca görülmüyor. Ama maalesef ilerleyen zamanlarda görülüyor ki, aynı nehri aynı dereyi birçok kez geçmek gerekiyor. Yıkılan köprülerden pişmanlık duyulsa da, iş işten geçmiş oluyor. Bu hatayı hem kişi, hem örgüt, hem ülke ve hem de bazen tüm dünya çok pahalıya ödemek zorunda kalabiliyor. Ama pişmanlık fayda etmiyor.
Ayrıca unutulmamalıdır! Bizden sonraki nesillerin de o köprülere ihtiyaçları olacaktır. Zira toplumların ilerlemesi bir doğa yasası değildir.
1980’li yıllardan itibaren tüm dünyada önem ve yaygınlık kazanan “Small is Beautiful” (Küçük Güzeldir) söylemi de herhalde bu paradigma değişikliğinin bir ürünü olsa gerek. Yine, demokrasinin aynı zamanda iktidar ve güçlerin dağıtılmasının (desentralizasyonunun) etkili bir yolu olduğunu anımsayalım. Son günlerde ülkemizde yaşamakta olduğumuz üzücü olayların son bulmasının ve bir daha tekrarlanmamasının gereklerinden birinin de belirli ellerde toplanan hakim durumun dağıtılması (desentralizasyonu) ve daha çok demokrasi olduğunun farkına varalım.