Hakikaten o kadar iyi miyiz?
Çoğu sektör ve şirket, 2024 gibi zor bir seneyi içinde bulunulan zorlu koşullar göz önüne alındığında bir miktar duraklama veya gerileme ile ancak ayakta kalarak kapattı. Reel büyüme ve kârlılık etkilenmiş olsa da operasyonlar durmadı. Bence ayakta kalmak da bir başarıydı.
Öte yandan bu başarı, şirketlere bir özgüven verdi. Biz ne yapıyorsak herhalde doğru yapıyoruz, buna devam edelim düşüncesi hakim oldu. Verimlilik, tasarruf, yeni pazar arayışları, müşterileri daha çok memnun etmeye yönelik çabalar, kurumsallaşma tarafında yapılan yatırımlar, piyasada iş potansiyelini canlı tuttu.Vadeler uzasa ve tahsilatlar bir miktar zorlaşsa da finansa erişimin yüksek maliyete rağmen biraz gevşemesi, nakit akışını ve işletme sermayesini sürdürmeye imkan verdi.
Bu şekilde devam etmeli miyiz?
Bu köşede hep yazdım, yazıyorum. 2025 veya 2026 fark etmeyecek. Bu yönetim tarzımız ile kaderimizi dış faktörlerin insafına bırakıyoruz. Konjonktür bozukken, ayakta kalmış olmayı başarı olarak görüyor, “biz iyiyiz” sanrısına kapılıyoruz. Konjonktür iyiye gittiğinde de konjonktürel büyüme (herkesle birlikte büyüme) ile “yahu biz hakikaten harika bir şirketiz” algısını pekiştiriyoruz.
Gerçekten o kadar iyi miyiz? Yoksa çok daha büyük iç ve dış riskler devreye girdiğinde, oyun dışı kalabilir miyiz? Kendimizle elbette övünelim, şirketimizi ve geldiği noktayı beğenelim, ama bir yandan da olaylara gerçekçi bakmaya çalışalım, ya da bakabilecek insanları dinleyelim.
Şirketlerde ölçekten bağımsız ortak sorunlarımız var!
Mesela kişiye bağımlılık. Hakikaten sisteme dayalı mı çalışıyoruz, yoksa tüm işleyiş şirket içinde pek çok işi üstlenmiş birkaç arkadaşımızın elinde mi? Şirketin işleri, süreçleri, görevleri, organizasyonu net şekilde tanımlı, işler sistematik olarak yürütülür vaziyette mi? Strateji ile, planlama ile mi çalışıyoruz, yoksa oturup müşteriden sipariş mi bekliyoruz?
Mesela finansal sağlık. Finansal sağlık nedir biliyor muyuz? Ciro yapıyor, işletme sermayesini döndürüyor olmak bizi orta vadede ayakta tutacak mı? Reel büyümemiz var mı? Konjonktür 2025 ve 2026 senelerinde iyiye gitmezse ne olacak? Şirketimizi finansal açıdan sağlıklı hale getirmek için ne yapmak gerek biliyor muyuz?
Dünyadaki değişimi doğru okuyor muyuz? Sosyoloji, teknoloji, yönetim felsefeleri, finansman modelleri, jeopolitik, uluslararası ticaret, pazarlar, sektörler, müşteri beklentileri; hemen her konuda inanılmaz bir değişim var. Bu değişimi yorumlayarak, şirket içinde ne tür adımlar atıyoruz? Kağıt üzerinde değil, canlı ve güçlü bir risk yönetimi sistemimiz var mı mesela? Yoksa riski her yönetici kafasında tutup, kendine göre mi yönetiyor? Şirket içindeki sorunları, çözümlerini, işleri, akışları, olan biteni kurumsal hafızaya alabiliyor muyuz? Yoksa her seferinde baştan mı başlıyoruz?
Yetenek yönetimimiz nasıl? Gelecekte en zor bulunacak kaynak finans değil, insan! Bunu fark ettik mi? İnsanlarımıza kariyer yolları, gelişim programları, huzurlu bir iş ortamı sunabiliyor muyuz? “Maaş veriyoruz çalışsın kardeşim” kafasını aşabildik mi? Şirket içinden yönetici yetiştirebiliyor muyuz?
Aile şirketi veya çok ortaklı bir şirketsek, yeni kuşakları işe hazırlıyor muyuz? Aile ve şirket arasında ne tür bir kurumsallık sağladık? Çok ortaklı yapıysak, ortaklar ile ortak bir gelecek hayali, ortak bir stratejik niyet birliği sağladık mı? Görev dağılımları gerçekçi mi? Yönetişim yapımız güçlü mü?
Değerlendirmeleri yapmak bizi avantajlı kılar!
Bu konular üzerinde düşünmek ve adım atmak bizi geleceğe hazır hale getirecek. Hakikaten çok iyiyiz yerine, acaba iyi miyiz diye sormak bence büyük bir farkındalık. Kıymetli patronlarımıza ve tepe yöneticilerimize bu soruları sormalarını tavsiye ediyorum.