Güvenli bölge mi? Pek öyle gözükmüyor...

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Geçtiğimiz hafta, Suriye'nin kuzeyindeki "güvenli bölge" kurma konusunda hem Türk hem Amerikan hükümetlerinin “ilerleme” diye nitelediği gelişmelere şahit olduk. Aylardır süregelen müzakerelerin ardından, taraflar henüz kurulmamış olan "güvenli bölge"nin yönetimini koordine edecek Ortak Eylem Merkezi’nin Şanlıurfa’da kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Ancak siyaset bilimcimiz bu gelişmelere temkinli ve biraz da şüpheyle yaklaşıyor ve şöyle diyor. "Eğer kurulabilirse “güvenli bölge” için daha uygun bir isim “çatışmayı önleme bölgesi” olacaktır. Aslına bakılırsa, bölgede uygulanacak model konusunda Türkiye ve ABD'nin hala fikir ayrılığı içinde olduğu görülüyor. Bölgenin ne büyüklükte olacağı, neresinin kime ait olacağı ve kimin denetiminde olacağı gibi temel sorunlar hala çözüme kavuşturulmuş değil. Tüm bu gelişmeleri daha gerçekçi bir bakış açısıyla nasıl değerlendirmeliyiz?

Bu tür bir güvenli bölge düşüncesinin tarihte başka örnekleri var mı?

Güvenli bölge fikrinin daha önceki uluslararası uygulamalardan kaynaklanan sağlam bir temele sahip olduğu söylenemez. Tarihte, hasmane ilişkileri olan ülkeler arasında tarafsız bölgelerin ihdası söz konusu olmuştur. Bu bölgelerin amacı belirli bir alanı çatışma konusu olmaktan çıkarmak ve/veya hasım güçlerin karşı karşıya gelerek çatışmaları ihtimalini azaltmaktır. Daha sonraki dönemlerde bazen BM barış güçleri savaşan taraflarının arasına girerek çatışmayı önledikleri görülüyor. Ancak mevcut "güvenli bölgeye" baktığımızda, farklı bir şeyden bahsediyoruz. Burası doğrudan çatışmaya katılan iki ülke arasında değil, dışarıdan gelen bir davetsiz misafir, yani ABD, tarafından işgal edilen bir alandır. ABD düşman olarak tanımladığı DAEŞ güçleriyle kendi kuvvetlerinin savaşmasını istemediğinden, görevi yerel bir “vekile” devretmiştir. Vekaleti üstlenen yerel güç ise komşu Türkiye tarafından bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilmektedir. ABD bu değerlendirmenin doğruluğunu inkar etmekten öteye, vekillerini eğitmekte ve donatmakta ve böylece gelecekte Türkiye için de bir tehdit oluşturmalarının zeminini hazırlamaktadır.

Öncelikle şunun altını çizmekte fayda var; bu "güvenli bölge" deki zorluklar, önceki benzer bölgelerden çok farklıdır. İkincisi, Türkiye'nin hedeflerinden biri bir kısım Suriyeli mültecinin bu alana yeniden yerleşmesini sağlamaktır. Bu amaç, geçmişteki “tarafsız bölge” uygulamalarından önemli biçimde ayrılıyor. Türkiye'deki birçok Suriyeli mültecinin bu bölgeden geldiği konusunda kuşkuluyum. Daha önce burada kökleri olmayan insanların bölgeye geri dönmek isteyip istemeyecekleri konusunda bariz şüphelerim var. Üçüncü sorun, bu bölgenin Suriye devletine ait olduğu ve sınırların değişmemesi yönünde genel bir anlayışın hala hüküm sürdüğünün varsayılmasıdır. Dolayısıyla, “güvenli bölgenin” uzun vadede nasıl korunacağı, muhtemelen Suriye'nin normale dönmesini sağlayacak müzakerelerde ele alınacak ilginç bir sorudur, ancak şimdilik bu görüşmeler çok uzaktaymış gibi görünüyor. Ayrıca, uluslararası politikada, sonsuza dek sürme eğilimi sergileyen geçici düzenlemeler olduğu biliniyor. Karşımızda böyle bir durum olabilir. Dış güçler tarafından kurulan bir "güvenli bölgenin" daimi bir istikrarsızlık unsuru teşkil etmesi muhtemel olduğundan, iyi bir fikir olmadığı uyarısında bulunmak isterim.

Bütün bunlar Suriye rejiminin katılımı olmadan gerçekleşiyor. Rejimin buna yanıtı ise YPG'yi "saldırgan ABD-Türkiye projesine" karşı mücadele etmek için Suriye hükümetiyle birlikte çalışmaya davet etmek olmuştur. Bunun YPG'yi rejime yaklaştırabileceğini düşünüyor musunuz?

YPG'nin Suriye hükümetine yakınlaşmak isteyebileceğini düşünüyorum, ancak YPG ABD tarafından yaratılmadıysa da, şu an ABD'nin bir yaratığına dönüştüğünü unutmamak gerekir. Amerikan desteği olmadan, YPG şu andaki gücüne erişmeyecekti. Bu şartlar altında, YPG bazı kritik seçeneklerle karşı karşıyadır. ABD, Rusya'nın bir müttefiki olarak algıladığı Esad rejiminin mevcut haliyle iktidarda kalmaması gerektiğinde ısrarlı ve Suriye'deki çatışma kısmen Rusya ve ABD arasında yaşanıyor. YPG, Suriye hükümeti ile uzlaşmaya varmak istiyor olsa bile, aynı anda Amerikan desteğini korumak istiyorsa, bunu yapmakta zorlanabilir. Amerikan bağlantısını bırakması ve Suriye hükümetiyle barış yapması halinde mevcut politikasını büyük ölçüde terk etmiş olur ki, bu YPG'nin uzun vadeli özlemlerine hizmet etmez. Özetle, işi zor.

Öyle görünüyor ki, Türkiye için mantıki olan yol, YPG'yi kendi oyununda mağlup etmek; doğrudan Suriye hükümetine ulaşarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve mevcut hükümetin meşruiyetini kayıtsız, şartsız tanımak karşılığında YPG’nin Türkiye'ye tehdit oluşturmayacağına dair güvence alınan bir anlaşmaya varmaya çalışmak.

Söyledikleriniz, Türkiye'nin ve Amerika’nın hedefleri arasındaki oldukça büyük boşluklar olduğuna işaret ediyor. Bu durumda Şanlıurfa'da bu Ortak Eylem Merkezi'nin kurulması ne anlama geliyor?

Aslında, bazıları bu hedeflerin uzlaşmaya imkan vermediğini ileri sürüyorlar. Türkiye YPG'yi istemiyor; buna karşılık ABD, Suriye’deki varlığını sürdürmek ve hedeflerine ulaşmak istiyorsa, YPG’yi desteklemekten vazgeçemez. Ayrıca, Amerika bir şöhret sorunuyla da karşı karşıya: ABD bu insanları kullandı. Şimdi onları açıkta bırakırsa, Amerika'nın, özellikle hedeflerini gerçekleştirmesine yardımcı olmak için sürekli olarak yerel vekilleri aradığı bir dönemde, güvenilir bir ortak olma imajı zayıflar. Ancak, iki ülkenin tam olarak karşı karşıya gelmemesi için her iki tarafın “namusunu” kurtaracak mekanizmaların bulunması gerekiyor. Şanlıurfa'daki Ortak Eylem Merkezi böyle mekanizmaya başlangıç teşkil edebilir.

Eğer bir çözüm bulanamazsa diğer seçenek nedir?

Daha önceki sohbetlerimizde değindiğim gibi, alternatiflerden biri Suriye hükümetine yaklaşmaktır, fakat şimdilik bu tercihin masadaki güçlü olasılıklardan biri olduğunu sanmıyorum. Sürekli olarak dile getirilen bir diğer seçenek, Türk birliklerinin bölgeye anlaşmasız girmesidir. Tarafların bilinçli olarak önlemeye çalıştığı eylem de buydu, çünkü kimse Türkiye ile ABD'nin çatışmasını istemiyor. Rusları ve İranlıları resme dahil etmeye çalışmak gibi diğer bazı olasılıklar olabilir, belki de ABD'nin faaliyet gösterdiği Fırat'ın doğusundaki toprakların Suriye'nin ayrılmaz bir parçası olarak kalmasını sağlamak için bu ülkelerle işbirliğine gidilebilir. Bir de unutmayalım, ülkeler bir cephede zorluklarla karşılaştıklarında başka bir cephedeki olanaklarını devreye sokabiliyorlar. Türkiye'nin sahip olduğu nihai silah, başta İncirlik Hava Üssü olmak üzere Türkiye'deki Amerikan askeri tesislerini kapatmaktır. Bu olasılık da tamamen göz ardı edilmemelidir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019
Mütehavvil dostluklar! 08 Ağustos 2019