Güven ve uzlaşma için zihniyet değişimi

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Bu köşede yıllardır ülkenin ekonomide temel sorunlarını, zaaflarını ve bir türlü çözemediğimiz önceliklendirme ihtiyacını tekrar tekrar vurgulamaktan bırakın siz okuyucuları bana bile gına geldi. Ancak, kısa vade tutsaklığı, yaygınlaşan borçlanarak tüketme alışkanlığı, yapısallaşan cari açık, düşük katma değer ve düşük verimlilik, ithalata bağımlı ve/ veya düşük teknolojili ihracat gibi sorunların hepsinin arka planında üç ana faktörün bulunduğunu yadsımamak gerek: Eğitim sistemimizdeki nitelik düşüklüğü, toplumsal zihniyet kodlarımızdaki dezavantajlar ve ortak akıl ile önceliklerde uzlaşma noksanı. Dikkat ederseniz sürekli değişen ve çoğunlukla heyecan yaratan gündemimizde her kesimin birbirinden farklılaşan istekleri için cansiperane tartışıp savaştığını görüyoruz da ne bu temel sorunların, ne de arkalarındaki ana dinamiklerin dert edildiğine pek tanık olamıyoruz. Böyle olunca da ne ekonomide istikrar arayışımız bitiyor, ne büyümede kalıcı bir hıza kavuşabiliyoruz, ne de siyasetimiz kimlik tartışmalarının ve slogan yarışlarının ötesine geçip ortak paydada ve önceliklerde buluşma etkinliğine dönüşebiliyor.

Oysa dünya çok tehlikeli bir şekilde hızla değişiyor ve artık önümüzde temel sorunlarımızı çözmek için enerjimizi kısır döngülerde savurganca harcayacağımız kadar bol zaman ne yazık ki bulunmuyor. Tabii düşük çıtalardan hoşnut değilsek ve ülke liglerinde alt kümelerde devam etmek istemiyorsak...

Yeni öncelikler ve durgunluk tehlikesi

Nitekim geçen yılın hızlı büyümesinden sonra bu yılın çok düşük bir büyüme ile sonuçlanacağı ve 2019’da ise büyüme bir yana küçülme yaşanacağı kuvvetle muhtemel. Teknik tanımıyla iki çeyrek üst üste küçülme ise durgunluk yani kriz anlamına gelecektir. Durgunluğa yüksek enflasyonun da eşlik etmesi halinde ise krizin derinleşmesi söz konusu olabilir. Ekonominin performansının bire bir bağımlı olduğu uluslararası yatırımcıların ve onlara danışmanlık yapan uzmanlık kuruluşlarının tümü Türkiye’nin kurumsal zorlukları, enflasyondaki seyir, kur krizi ve dış finansman koşullarında ağırlaşma nedeniyle önümüzdeki dönem için ciddi sıkıntılarla yüz yüze olduğunda hemfikir. Aynı şekilde kredi derecelendirme kuruluşları da ülkemiz için tahminlerini olumsuz yönde değiştirdi.

Fitch evvelce %4 ve 3 olarak belirlediği büyüme öngörüsünü sırasıyla %3.6 büyüme ve %1.9 küçülme olarak yenilerken Moody’s daha kötümser; 2018 için %1.5 büyüme, 2019 için ise %2 küçülme bekliyor. En iyimser EBRD bile 2019 büyümesini şimdilik %1 olarak öngörüyor.

Cari açığın üzerine eklenmesindeki tehlikeden hep söz ettiğimiz bütçe açığı geçen yılın iki katına çıkma yolunda. Ekim sonu itibariyle, 2017’ye oranla %78 artarak, 62 milyar TL olarak gerçekleşti.

Daha kötüsü geçen yıl yine Ekim sonu itibariyle 15 milyar TL’nı aşan faiz dışı fazla, bu yıl 2.5 milyar TL’ye inmiş durumda. Yılın faiz dışı açık ile sonuçlanması muhtemel. Üstelik bu açıklar, vergi yapılandırması, imar affı ve bedelli askerlik gibi bir defalık gelirler olmasa daha da yüksek olacaktı. Ayrıca ekonomide ve ithalattaki yavaşlama, KDV ve özellikle ÖTV tahsilatını ciddi ölçüde düşürdü ve önümüzde yılda da düşürmeye devam edecek.

Öte yandan reel kesimi ve hane halkını fonlayan bankalarımızın toplam kredi hacminin Eylül ve Ekim aylarında % 30 civarında daralması da hem ekonomide ve cari açıkta yavaşlamayı, hem de büyüme ile ilgili kötümser beklentilerin ardındaki nedenlerden biri olan bankacılık kesiminde risk birikimini teyid ediyor. Zaten hep düşük olmasına güvendiğimiz hane halkı borçları da ( tüketici kredisi artı kredi kartı) son 16 yıl içinde milli gelirin %2’lerinden %16’sına yükselmiş durumda. Kaldı ki cari açığın finansman kalitesindeki bozulma ve finansman kalemlerinden biri olan dış kredi kaynaklarındaki daralma ve maliyet artışı, mevcut dış kredi portföyünün çevrimini ve yeniden yapılandırılmasını öncelik haline getirmiş bulunuyor.

Eğitim kalitesi anahtar parametre

Başa dönersek, gündemimizi kısa vade hakimiyetinden kurtarmak için piyasa hareketlerine tepki politikaları ile yetinmeyip vizyon ve stratejilerimizi gerçekçi bir şekilde tespit ederek toplumsal uzlaşma ile bunlara odaklanmamız şart. Sadece dış yatırımcıda değil, reel kesimde de yükselmeye başlayan güven sorununu aşmak da buna bağlı. Geçen yazımızda değindiğimiz gibi reel kesimimizdeki firma profilinin heterojen yapısı da durumu zorlaştırıyor. Uzlaşma, öyle anlaşılıyor ki, zihin kodlarında bir değişimi de gerektiriyor. En gelişmiş ve rekabetçi firmalarımız bile vizyonlarına teknoloji üretmeyi değil onu kullanmayı koyuyorsa üst lige yakın durmamız kolay olmayacak. Son ekonomi Nobel’ini alan Paul Romer’in dediği gibi, içinde bulunduğumuz bilgi çağında en kıt kaynak olan insan aklının üretkenliğine, dolayısıyla eğitim kalitesine büyük kaynak ayırmadıkça, büyümemiz konjonktürün verdiği fırsatlarla sınırlı kalacak.

Karmaşık örneklere gerek yok; geçen hafta sonunda milli futbol takımızın kendi sahamızda aldığı yenilgiyle Avrupa Uluslar Kupası’nda küme düşmesi, hemen günah keçisi aranmasına, ya teknik direktörün ya da kadro seçiminin başarısız olduğu yorumlarına yol açtı. Oysa futbol sektörünü çevreleyen ekosistemin, taraftarı, medyası ve yönetim anlayışı olarak hiçbir zaman öncelik saymadığı altyapı eğitiminin mevcut haliyle ve herkesin kolayına gelen “kahraman ve mucize” bekleyişiyle hiçbir yere varamayacağımız, zaten de varmadığımız gün gibi ortada.
Kısaca krizlere maruz kalmamak için kendimizi, yaklaşımımızı ve zihniyetimizi dönüştürmek zorundayız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019