Güven sorunu kriz kadar önemli
Dünya ekonomileri 2008 yılından beri ABD'nin krizleriyle yatıp kalkıyor. Türkiye de öyle. ABD'nin "kağıttan kaplan" finans çarkı, küresel gayrimenkul tiranlarının, finans baronlarının doyurulması mümkün olmayan "risk iştahlarına" dayanamayıp çökünce, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile birlikte Avrupa Birliği (AB) ekonomileri 2008 yılının son çeyreği ve sonrasında bir "kâbus" dönemine girdiler.
2008'in son çeyreği-2011… Arada iki yılı aşkın bir süre var ve bu sürede ne ABD'nin ne AB'nin başı kriz kâbusundan kurtulabildi ne de diğer ekonomiler "korkusuz" bir gün geçirebildi. Hükümetlerce "kurtarılan" şirketler, merkez bankalarınca "piyasalara" pompalanan milyarlarca dolar ve avro, düzenlenen çok sayıda ekonomik ve malî içerikli "zirve"nin hiçbiri kâr etmedi.
ABD'den "tetiklenen" ve bir sebep sıralaması yapılacak olursa birinciliği ABD yönetimi ile Kongre'nin Cumhuriyetçi kanadı arasındaki "borçlanma tavanı kavgasının" alacağı 2011 krizi, ilk bakışta "tekil" bir patlama gibi görülebilir. Ama, bu bakış gerçeği yansıtmaz. Tüm örtme çabalarına veya kavrayış sorunlarına rağmen çıplak gerçek, 2011'in 2008 krizinin "organik" devamı olduğudur.
Nasıl yani?
2008 krizi, ABD'de 1980'li yıllardan itibaren iktisat teorisi Prof. Milton Friedman ve müritlerince geliştirilen ve ABD Başkanı Ronald Reagan-İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ikilisince "siyasi-iktisadi iktidar iradesine" dönüştürülen "küresel serbest piyasa" sisteminin "kırılma" anıdır. 2011 krizi de bu "anın" kontrol edilmesi ve yönetilmesi gittikçe zorlaşan bir "süreç" haline gelişinin âdeta "ilahi" bir işaretidir.
Hadisenin bu yönü kavranmadığı zaman, ABD'de, Avrupa'da yaşananları ve henüz pek "sirayet" işaretleri görünmese de Dünya'nın diğer ekonomik bölgelerinde ortaya çıkabilecek sarsıntıları, patlamaları anlamak mümkün olamaz.
Bugün, bu şartlarda, bu devrede Dünya'nın hiçbir ülkesi yoktur ki, özellikle ekonomileri dışa açık, bağımlı ve bütünleşik olanlar, şimdi ve bundan böyle zamanı belirsiz fakat yaşanması kuvvetle muhtemel az şiddetli, çok şiddetli, az hasarlı, çok hasarlı ekonomik ve mali krizlerden "bağışık" kalabilsin. Krizlerden etkilenmesin, "kendi adasında" güven içinde olup bitenleri seyretme "lüksüne" sahip olabilsin!
Görüntü ve hissiyat
Bugün, bu şartlarda, bu devrede; ekonomisinin ardına kadar ve neredeyse denetimsiz bir serbesti ile Dünya'ya açmış bir Türkiye'yi yönetenlerin, yönlendirenlerin ne siyaseten ne iktisaden böyle bir "lüksü" vardır. Tam tersine, 2011 krizi ile devam eden olumsuz ve tehlikeli gidişat siyasi, ekonomik ve mali sistemin yönetim ve karar seviyelerinde "son derece" ciddiye alınmak zorundadır.
Bu noktada, bu kesimlerde ilginç bir duruş görülüyor: Hükümet-ekonomi yönetimi kesiminde, kontrol ve tedbir mekanizmalarıyla birlikte ekonominin sağlamlığına "teğet" kelimesi üzerine bina edilen "aşırı" bir güven görüntüsü var. Ancak, bu görüntü "hissiyatı" yansıtmıyor. Hükümet-ekonomi yönetimi kesiminin "dilinde" değil ama "siyasi zihninde" gelişmelere karşı hissedilir bir tedirginlik söz konusu.
Nereden mi belli? Özellikle ekonomi yönetiminde sorumlu ve yetkili bakanlar hemen her gün krizle ilgili açıklamalarda, değerlendirmelerde bulunuyorlar. Bunlar, satır aralarıyla birlikte dikkatle okunursa, kamuoyuna dönük "güven" mesajlarının, alınan tedbirler yönünden gerçeği; tedbirlerin "ecele" faydası yönünden tedirginliği; küresel nitelikli krizin ulusal yönetimi yönünden ise ciddi bir kaygıyı taşıdığı görülür.
Hükümet-ekonomi yönetiminin, açıklamalara bakılırsa zaman zaman kendi içinde "çelişkileri" de içeren "güven" görünümlü duruşu, ekonomi dünyasına ve piyasa aktörlerine simetrik değil "asimetrik" olarak yansıyor ki bu ekonomi ve piyasa aktörlerinin ekonomi yönetimince alınan tedbirler dahil, olup bitenlere siyasi aktörler gibi "güven" duymadıklarının kanıtıdır. Bugünün şartlarında "çıplak gerçeği" örten her şey zararlıdır!