Güven, öngörülebilirlik ve iletişim
Geçtiğimiz cuma günü, TÜSİAD-Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından düzenlenen konferansta, 2017 yılında Türkiye ekonomisine dair beklenti ve görüşlerimizi kapsamlı olarak tartışma imkanı bulduk. Konferansa gösterilen yoğun katılım ve ilginin, meselenin önemine dair bir gösterge olduğu kanaatindeyim. Nitekim ekonomimizin zor ve moralsiz günlerden geçtiği malum. Bununla birlikte, konferansın açılışında EAF Direktörü Doç. Dr. Selva Demiralp’in de belirttiği üzere, şu zamanda bu tür toplantılar, karamsarlık yaymak için değil, aksine iyimser bir gelecek için sağlıklı değerlendirmeler yapıp öneriler geliştirmek amacıyla önem arz ediyor.
İşte bu kapsamdaki sorunlarımız arasında gelen enflasyon, dünden bugüne hedeflerin neden tutmadığı bağlamında konferansta masaya yatırılırken, hemfikir olunan ilgili mesajlardan biri, para politikasına dair alınan kararların etkilerini yaşamak ve görmek için sabır ve kararlılığa ihtiyaç duyduğumuz oldu. Enflasyonda var olan katılıkları aşabilmek ve bir kısır döngüye takılmamak için de, bu şart. Bu doğrultuda ise, TCMB’nin kredibilitesinin sağlam, kurduğu iletişimin de güçlü ve kolay anlaşılabilir olması gerekiyor. Zira konferansta büyük ölçüde mutabık kalınan maddelerden biri de, son dönemde aldığı kararlar eşliğinde, Merkez’in piyasayla iletişiminin maalesef karmaşık hale geldiği oldu.
Tabii konferansta bu çerçevede, son dönemde kurda yaşadığımız çılgın hareketliliğe de defalarca değinildi. Gelinen kur seviyesi bir yana, özellikle oynaklığın oldukça sevimsiz boyutlarda cereyan etmesi, pek çok ekonomik aktör için bilhassa öngörülebilirliği zedeleyen rahatsız edici bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu noktada da, para politikasının etkili ve yerinde hamleler yapmasının ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.
Para politikası çerçevesinde enflasyon ve kurun ağırlık kazandığı bu tartışmalar, elbette düşük büyüme ortamındaki trade-off mevzuunu da irdelememizi beraberinde getirdi. Bu noktada kolektif ana mesaj ise, sürdürülebilir bir büyüme için fiyat istikrarının sağlam adımlarla ilerlemesine muhtaç olduğumuzdu. Bu kapsamda kur geçişkenliği meselesinin altı çizilirken, güven ve döviz yükümlülükleri gibi faktörlerin ekonomik performansla etkileşimleri açısından da, kur hususunun kritik ehemmiyete sahip olduğunu vurguladık.
Ve buradan hareketle, söz konusu riskleri indirgemenin ve hem finansal istikrarı hem de fiyat istikrarını sağlamanın, konferansa temsilcileriyle ilgi gösteren çok sayıda sektörün de yola sağlıklı devam edebilmesi için şart olduğunun altını çizdik.
Tabii bunların yanı sıra, finansman kompozisyonunun etkin bir şekilde dizayn edilerek, bu yolla gerek yüksek katma değer gerekse istihdam yaratma potansiyeli taşıyan sektörlerimize destek verilmesi de anlamlı faydalar sağlayabilir. Bununla birlikte, ortalıktaki güveni ve talebi toparlamanın, en temel vazifelerden olduğuna ise şüphe yok. Ve konferansta öne çıkan son bir madde olarak, yurtdışı bağlantıların hırpalanmaması ve/ya etkin bir şekilde işlemesi için, önümüzdeki dönemde ekonomi diplomasisi aracılığıyla itimat tesis etmenin oldukça mühim bir ajanda olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Sözün özü, 2017 yılı özellikle ilk yarısı itibariyle Türkiye ekonomisi için zor bir dönem olacak. Zorlukların derecesini kısabilmek ise, hem içeride hem de dışarıda güven, öngörülebilirlik ve iletişim unsurlarını ne derece tamir edeceğimize bağlı olacak.