Günümüz biliminin sığlaşan derinliği, "uzmanlaşma daralına" sa

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

Günümüzde etkin olan bilimsel anlayış ortodoks bilim olarak kabul edilmekte. Yunanca "orthos" sözcüğünün karşılığı "doğru", "doksa" ise "inanç" demek. Böylece "orthodoks"un karşılığı da "doğru inanç" anlamına gelmektedir. Bilim gibi bir alanda neyin doğru olarak nitelenebileceğini varsaymak bile mantıksız olsa da, bugün bilimin pek çok alanında ortodoks öğretinin dışına çıkmaya çalışmak ya görmezden gelinir ya da bilimsel aforozla sonuçlanır. Oysa bugünkü bilimsel birikimimizin temeli bundan sadece birkaç yüz yıl önce atılmıştır. Pastör'un mikroorganizmaları göstermesinden önce canlıların oluşumunda "abiyogenez" olarak adlandırılan "kendiliğinden gelişim" şeklinde bir varsayım yaygın kabul görmüştü. Abiyogenez bir parça etin içerisinde bir süre sonra ortaya çıkan kurtların (sineklerin yumurtaları taşıyabileceği bilinmediğinden)  kendiliğinden oluşabileceğini öngörürdü. Pastör'ün varsayımının kanıtlanması da o zamanın ortodoksisi olan abiyogenezin direnciyle karşılaştı, bugün ise standart bilgi halindedir.

Bilimde herkes Pastör kadar şanslı değildir. Bilimsel kanıtın hemen hiç sağlanamayacağı alanlar da olasıdır. Örneğin kıtaların ve yeryüzü şekillerinin nasıl oluştuğuna dair açıklamalar bilimsel ispat açısından çok daha sorunludur. Aynı şey evrenin oluşumu, dünyada canlılığı ve insanlığın ortaya çıkışı gibi pek çok durum için de söz konusudur. Peki bu durumlarda ne olur? Bugün artık uzun süreden beri emin olduğumuz varsayımlar birden ciddi bir değişiklik tehdidiyle karşı karşıya kalsalar, günümüz bilimi bu duruma nasıl yanıt verir? Çok açık, bilim belli temeller üzerinde yükselirken, bu temellerin aslında varsayılan olmadığını iddia etmek aynı derecede ciddi bir ortodoks tutuculukla karşılanır. Örneğin MÖ 2500-3000'lere tarihlenen Mısır piramitlerinin MÖ 10.000'e geri çekilmesi olasılıkla bütün Mısır bilimi üyelerini derin bir telaş ve ikileme düşürecektir. Peki kıta hareketlerinin her yıl birkaç milimetre değil de, bir anda yüzlerce kilometrelik hızlarla ortaya çıktığını iddia etsek? Ne var ki mevcut bilimsel disiplin bir kere eskisine göre kurulmuştur; işin aslına yönelik büyük değişiklikleri kaldıramayacağından ciddi tepkiyle karşılaşır. Sözün özü, ortodoks mantık yaşamını bu kez tam karşı alanda sürdürür.

Uzmanlıklara bölünen bilim doğurganlığını yitirir

Sorunun ortodoksluk dışındaki diğer bir boyutu ise bilimsel çok yönlülüğün "uzmanlaşma daralında" kaybedilmiş olmasıdır. Bilimsel alanda artık çok ciddi, çığır açan buluşların olmamasının en önemlerinden biri, birden çok alanda çalışan bilim insanı sayısının artık yok denecek kadar az olmasıdır. Yeni ilaç geliştirilmesi çerçevesinde bir örnek vereyim, bu alandaki en verimli yöntemlerden birisi kuşkusuz farmokognozidir. Farmakognozi bitkilerden ilaç geliştirilmesiyle uğraşır. Buna karşılık bitkilerle uğraşan temel alan ise botaniktir. Oysa  bulunan yeni maddenin ilaca dönüştürülmesi alanında en önemli görevlerden biri farmakoloğa düşer. Peki "dağın doruğunda bitmiş bir bitkiden ilaç çıkıp çıkmayacağını kim bulur" diye sorarsak, iş ister istemez karışır. Bunu bulacak adam öncelikle merak ve sabır sahibi olmalıdır. Doğa araştırmaları konusunda bir dağcı prensibiyle çalışmayı bilmelidir, üstüne üstlük gördüğü bitkiyi tanımlayacak kadar botanik bilgisine sahip olmalı, o bitkiden temel ekstraksiyonları (ayrıştırma işlemi) yapabilecek kadar da kimya bilmelidir. İşin bir aşamadan sonrası elbette ekip işidir, ancak başlangıç aşamaları bütün bilimlerden yeterince bilgi sahibi olan o kişinin omuzlarına yüklenir. Sizce dünyada bu kadar donanım sahibi kaç kişi vardır ki?

Oysa bundan birkaç yüzyıl önce yaşayan sanatçıların çoğu (Leonardo, Michelangelo ve diğerleri) ellerinde bir başvuru kaynağı bile olmadan yola çıkarlarken, işleri ışığın araştırılmasından anatominin temel öğelerine uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Newton ne fizikçi, ne matematikçi idi, ama Aydınlanma Çağı'nın en önemli doğa bilimcilerinden biri oluverdi. Bu büyük buluşlar devrinin sıra dışı adamlarının bir diğer önemli özelliği de, yaşam standartlarının ancak geçinmelerine olanak sağlayacak kadar kısıtlı olmasıydı. Siz nasıl düşünürsünüz bilemiyorum, ekonomik refahın alabildiğine yüksek olduğu ortamlardan (istediğiniz kadar büyük Ar-Ge bütçelerinden bahsedin) dahiyane buluşlar çıkması olasılığı sıfıra yakındır. Bu ortamlar daha ziyade küçük buluşları büyük pazarlama başarılarına dönüştüren olanakları sağlar. Belki de o yüzden, ışık daima Doğu'dan yükselir. Peki bu günümüz dünyasından hala yapılabilir, hala gerçekleştirilebilir bir uygulama mıdır? Bence evet, düşünceleri yerli yerine koyabilecek bilgi ve olanakları doğru kullanabilecek beceri sahibiyseniz, böyle bir bilim anlayışının hala geçerliliği vardır.

İstanbul'dan bir "maymun (primat) araştırması" nasıl çıkar?

Size yakından bildiğim örneğini gelecek hafta vereceğim. Hayatımın en sıra dışı bilimsel makalesini bundan iki yıl önce maymun bilimi alanında (primatoloji) yayınladım. İki bin sekiz yılında Edinburg'da Dünya Primatoloji Kongresi vardı, ben de bu kongreye bir bildiri göndermek istiyordum. Amaç aslında biriktirdiklerimden alanım dışına taşan bir bilimsel makale de yazılabileceğini göstermek, hem de bu bahaneyle Edinburg'u bir kez daha görmekti. İstanbul'da yaşayan bir hekim, Edinburg'taki dünya maymun bilimi kongresine nasıl bir bilimsel araştırma gönderebilir? Lütfen gelecek haftaya kadar düşünün, İstanbul'dan dünya kongresine kabul ettirilebilecek bir maymun araştırması nasıl çıkartılabilir?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar