Günümüz bilimine samimi bir eleştiri
Güncel bilimin sorunların nedenlerini açıklamak yerine, bileşenlerini tanımlamakla yetindiği saptamasını daha önce de dile getirmiştim. Bu saptama (eğer doğru ise) çok önemlidir, çünkü sorun çözemeyen bilim, sadece yeni soru ve sorunlar yaratmakla kalır. Olayların giderek daha çeşitlendiği ve çetrefil bir hal aldığı bugünkü durumda, sorunun nedenini saptayamamak giderek daha fazla kişinin o sorundan etkilendiği anlamına gelmektedir.
Daha önce de dile getirmiştim, dünyanın bilebildiğimiz tarihine baktığımızda, köklü bilimsel aydınlanmanın sadece iki dönemde olduğunu görüyoruz Bunlardan ilki Mısır ve ardılı okullar olarak adlandıracağım, Kroton, Delf gibi akademilerin kurulduğu dönemdir, Milattan kısa süre önce yaşanan bu süreç Pisagor, Platon gibi büyük düşünürlerin temel görüşlerini ortaya koydukları dönemdir. Bu dönem insanın doğa ile olan ilişkisinin aslında çok ciddi bir incelemesidir. Ne var ki sonraki bin beş yüz yıl bugün Avrupa olarak adlandırdığımız coğrafya açısından parlak bir dönem değildir. Dinin kötüye kullanılması sonucunda doğanın sorgulanması giderek yasaklanmıştır. Orta Çağ Avrupa'sının bu karanlık dönemine yol açan temel unsur Roma'nın da dini söylemi siyasi bir güç unsuru olarak benimsemesidir. Sağlık, hastalık gibi dünyevi sorunlar, insan vücudunun yapısı, doğa olaylarının gelişmesinin ardındaki fiziksel etkenlerin araştırılması tamamen yasaklanmıştır. Olan ve bitenin ilişkilendirilmesi gerekli değildir. Avrupa bu dönemden veba gibi salgın hastalıklarla payına düşeni alırken, büyücü avı gibi histerilerle kurtulmaya çalışır.
Bilim "neden" sorusunu aramaktan uzaklaşınca
Aydınlanmadaki ikinci önemli aşama bu uyarıyla Rönesans ve sonrasındaki birkaç yüzyıl boyunca gerçekleştirilir. Bu dönemin temel özelliği ise özellikle doğa bilimlerinde "müspet ilim" denen anlayış biçiminin yerleşmesidir. Artık Avrupa bilimi yükseliş dönemini yaşamaktadır. Doğa olaylarına ilişkin temel kanunlar birbiri ardına keşfedilmeye başlar. Örneğin yıldırım düşmesi ve bazı balıklarda gözlenen elektrik deşarjı yavaş yavaş anlamını bulur. Bu gelişmeler iki büyük dünya savaşı sonrası güç değişimi yaşanmasına dek sürer. Bilim açısından esas sorun da işte tam orada ortaya çıkar. Savaşın galibi, galibiyetini savaş alanlarından bilim mecralarına taşır. Eski kitaplara ne kadar meraklısınızdır bilemiyorum, 1945 öncesi ve 1950 sonrası yazılmış ders kitaplar arasında da belirgin bir fark mevcuttur.
Bugüne vardığımızda ise, bilimin özellikle tıp alanında ortadan kalktığını görürsünüz. Bilim anlayışı "kategorize etme ve tabakalandırma (stratifikasyon)" üzerine kuruludur. Bu üzerine kurulu olduğu "düzen"in ister istemez götürdüğü bir sonuçtur. Şöyle açıklayayım, yeni bilim (özellikle tıp alanında) her şeyin kaydını tutar, daha sonra kaydettiği bu parametreleri alır, bunlardan hangisini ve/veya hangilerini birbirleriyle ilişkilendireceğine bakar. Buradan elde ettiği sonuçla, hangi yaklaşımın (girişimin) daha üstün olduğunu saptar, buna da "kanıt" der. Yeni bilim algısı teknolojideki gelişmişliğinin aksine, bilim felsefesi (ilim) açısından gelişmiş bir yer değildir (bu yüzden, Hindistan, Pakistan, Türkiye gibi yerlerden "beyin" nakleder.
Veri bolluğu istatistiksel cilvelerle anlamlandırılmaya çalışılır. "Neden" sorusunun yanıtı asla aranmaz. Bu durumda da "anlatılmak istenen fikir" değil, "basılmış yayın" ön plana çıkmaya başlar. "Kitap yazmak" kavramı bile değişmiştir, "textbook" denen yeni bir kitap anlayışı hakim olur. Bu kitaplarda görüş değil, o konuda "kendi kabul ettikleri" dergilerde yayınlanan yazıların derlemeleri vardır. Okursunuz, okursunuz, okursunuz, ancak bir çıkarıma varamazsınız, çünkü çıkarım zaten yoktur.
Teknoloji bilimin önüne geçince…
Bugün tıbbın istediğiniz alanına bakın, Batı'nın söyleyebildiği yeni ve geçerli bir şey yoktur. Yakın dönemin en önemli buluşlarının üzerinden en az bir elli yıl geçti. Radyoaktivitenin keşfi 115 yıl, DNA'nın tanımlanması 50 yıl eder. Bugün kullandığımız cep telefonları Nikola Tesla'nın gerçek buluşunun teknolojik türevidir. Birkaç tane geliştirilmiş yenilikçi ilaç dışında "Batı cephesinde artık yeni bir şey yok!".
Oysa kanser başta olmak üzere, yaşamı tehdit eden hastalıklarda ciddi bir artış yaşıyoruz. Yaşamımızı dolduran "sentetikler", onların kullanılmalarının sağlıklı olup olmadığını araştıran çalışmalardan fersah fersah ötedeler. "Bunlar sağlıklı mı?" sorusunun ise yanıtı zaten yok, çünkü kimyasallardaki çeşitlenmeye paralel gidecek bir tıbbi araştırma sistemi oluşturmamız olanak dışı.