Günü kurtarmak sorunu çözmüyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Korkarım ki dövizdeki kısmi gevşeme, başarı çıtamızın mütevazılığından olsa gerek, erken bir rehavet etkisi yaptı yine. Sonuç olarak, daha önce de bahsetmiştik, bol ve ucuz para döneminde unutur gibi olduğumuz, 25-30 yıl öncesinin olağan başarı hikayeleri yine gündemin üst sıralarına tırmandı. O zamanlar sorunumuz kamu borçları olduğundan Hazine’nin her yeni borçlanması alkışlarla kutlanırdı; şimdi ise ana sorun özel kesim borçları olduğu için bankaların kredi kapasiteleri açısından hayati önemde olan sendikasyonlarını yenilemeleri, maliyet çok artmış da olsa, sevinç dalgası doğuruyor. Üstelik Hazine de, kamu borcunun görece düşüklüğüne rağmen, ülke riskindeki yükseliş nedeniyle daha pahalı borçlanıyor. Aslında ekonominin içinde bulunduğu koşullarda borç yenilemelerinin başarı olarak görülmesi normal;

normal olmayan, her şey yoluna girmiş gibi bütün çabanın günü kurtarmak ile sınırlı tutulması. Daha da önemlisi, sadece durumun ve kontrollü büyüme gereğinin gerçekçi tespiti yönünden olumlu bir etki yapan YEP’nın, temel sorun olan büyüme modelinin değişimini, reel sektörün yapısal dönüşümünü ve sanayinin milli gelir içindeki payını arttırmayı hedefleyen bir stratejik plan tasarımı ile tamamlanmasına yönelik bir çalışmanın henüz ortalarda görünmemesi. Buna karşılık “enflasyonla mücadele” adı altında piyasa mekanizmasını bozucu ve geçmişteki başarısız deneyimleri çağrıştıran demode fiyat kontrollerine başvuruyoruz. Anlaşılan, yine sık değindiğimiz bir özelliğimiz olan söylemde iddialı, fiiliyatta ise kanaatkar ve mevcut yapıda ısrarlı ,dolayısıyla çelişkili tutumumuz bizi semptomlarla değil sebeplerle mücadeleden bir süre daha alıkoyacak.

OECD Raporu - Reel kesimin yapısı

Bu arada döviz krizi bir yandan, ekonomik yavaşlama ve artmakta olan durgunluk riski diğer yandan zaten yapısal zorlukları olan şirketler kesimine büyük zarar vermekte. Bu zarar, sadece

finansman maliyetlerini arttırıp alacak tahsilatını zorlaştırarak likidite ve karlılığa yaptığı olumsuz etki ile sınırlı da değil; aynı zamanda zorunlu hale gelen fiyat artırımlarının satışları ve üretimi azaltması, bunun yavaş yavaş işten çıkarmalara yol açmaya başlaması, şirket değerlerinde böylece oluşan aşınmanın şirket bütçelerini ve yatırım planlarını negatif etkilemesi de söz konusu. Özellikle bazı sektörlerde ( ithal girdisi az gıda ve tekstil gibileri dışında imalat sanayii, enerji ,konut kredilerine bağımlı ve zaten arz fazlası olan inşaat, otomotiv, ilaç, medya vb ) olumsuz etki çok yüksek düzeyde. Kuşkusuz sektör dışında ölçek, finansman şekli ve kaldıraç oranı, mali bünye gibi unsurların farklılığı da şirketlerin etkilenme düzeyinde etken.

Şirketlerimizin durumu açısından büyük emekle hazırlanan değerli bir araştırma geçenlerde kamuoyuna açıklandı. Bütün ülkeler için yüksek düzeyli bir danışman gibi de çalışan OECD’nin oldukça uzun bir süredir titizlikle yürüttüğü araştırma ile ilgili rapor, birçok resmi ve özel kuruluşun veri setlerinden yararlanılarak ve birçok kurum ve kişi ile konuşularak hazırlanmış. Rapor, reel kesimin farklı şirket tipolojileri itibarıyla bir röntgeni olduğu gibi mevcut model içinde büyüme ya da alternatif stratejilere uyum açısından adaptasyon potansiyelleri bağlamında da önemli bulgular içeriyor. Homojen olmayan Türk şirketlerini insan kaynağı zayıf ve genellikle kayıtdışı çalışan şahıs işletmelerinden, kısmen kayıt içinde olan orta ölçekli aile şirketlerinden, kurumsallaşmış büyük şirketlerden ve nitelikli insan kaynağı ile orta/yüksek teknoloji kullanan küçük fakat dinamik genç şirketlerden oluşan dört grup içinde değerlendiren rapor, birinci ve ikinci grupların saydamlık eksiği nedeniyle finans kaynaklarına erişiminin sınırlı olduğunu, devletten sürekli destek ve teşvik beklediğini, işgücü verimliliklerinin düşük olduğunu, makroekonomik koşullara karşı hassas ve ancak büyüme varsa yatırıma hevesli olduklarını vurguluyor. En fazla istihdamı da bunlar yaratıyor. Özellikle ikinci grup canlılık dönemlerinde en fazla yatırımı yapanlar ve en hızlı büyüyenler; bu nedenle borçlarını da arttırdılar. Üçüncü grup hukuka uygun ve saydam çalıştığından yüksek vergi ve istihdam maliyeti altında; bu nedenle emek yoğun sektörlerden uzak duruyor. Büyük ölçüde ve genellikle döviz cinsi borçlandıkları için son dönemde yatırımlarını durdurdular. Verimlilikleri ilk iki gruba göre yüksek, ancak batılı şirketlerden düşük. Dördüncü gruptaki genç şirketler genellikle teknopark odaklı, hızlı büyüyen, ama rehberliğe muhtaç ve borçlu işletmeler. Hazırlık aşamasında şahsen de görüşme imkanı bulduğum araştırma ekibinin vardığı sonuç, Türk reel kesiminin oldukça karmaşık ve heterojen bir yapıda olduğu, hazır reçetelerin sonuç vermeyeceği, sağlanan büyüme ve istihdamın büyük ölçüde kayıtdışı çalışan kesimden kaynaklandığı, bu nedenle yapıyı toptan değiştirmeye dönük zorlama çözümler yerine her grubun özelliklerini dikkate alan özel programlarla verimliliği artırıp kayıtdışılığı azaltmayı, gruplar arasında zaman içinde yakınsamayı hedefleyen bütünsel bir yapısal reform yaklaşımına ihtiyaç olduğu. Bu bağlamda benim de bir zamanlar destek verdiğim “bölgesel asgari ücret “ benzeri geçiş formülleri de yararlı olabilecek.

Kısaca, 2018 OECD raporu, reel kesimin düşük verimlilik ve yetersiz katma değer üretimi gibi temel zaaflarını insan kaynağının niteliği, finans kaynaklarına erişim ve teknoloji kullanımı gibi üç parametre ekseninde verilere dayalı olarak ortaya koyan bir resmini çekiyor. Bu resim, kamu yönetiminin sanayi envanteri ile niyetlendiği yapısal dönüşüm hamlesinin neden yarım kaldığını, teşvik rejiminin neden yaz boz tahtasına döndüğünü de kısmen açıklıyor. Ama yapıya ilişmeden günü kurtarmakla yetinmenin çıkar yol olmadığı, bunun çatlakların büyüyüp çözümlerin tıkanmasına seyirci kalınması anlamına geleceği de açık.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019