Günü kurtarmak kaybetmeyi kabullenmektir...
Oldukça uzun bir süredir hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ve piyasa mekanizmasının etkin çalışmak yerine sorunları ağırlaştıracak şekilde çalıştığını yazıyoruz. Durum böyle olunca krizlerin hem daha yıkıcı olması, hem de kronikleşmesi kaçınılmaz oluyor. Belirsizliğin düzenli olarak arttığı bu ortamda açgözlülük ve çaresizlik karşılıklı olarak birbirini besliyor, getiriler sıfıra koşar iken risklerdeki kontrolsüz artışı yeni hikayeler yazarak önemsiz göstermek giderek zorlaşıyor. Gelişmiş ekonomiler bu kısır süreçte yarı yolu geçti, içinden çıkamadıkları durgunluk bataklığına düştü ve bunalımı ötelemeyi başarı olarak görür hale geldi. Gelişmekte olanlar ise daha hızlı koşarak onları yakalamaya çalışıyor; durgunluk yaygınlaşıyor ve söz konusu durumun bardağı taşıracak bir potansiyele sahip olduğu hiç tartışılmıyor. Gelişmekte olanlara ilişkin olumsuzluğun diğerlerine göre çok daha yıkıcı olabileceği gerçeği ısrarla görmezden geliniyor ve kabusa dönüşeceği güne koşuyor.
Küreselleşme denilen kuralsızlığın kademeli olarak etki alanını genişlettiği, sermaye hareketlerinin portföy yatırımları sayesinde anormal sayılabilecek yükselişler yaşadığı 1980'li yıllar sonrasına baktığımızda gözlenen eğilimler oldukça net sermaye girişi arttıkça getiriler azalıyor ve risk büyüyor, rekabet koşulları olumsuzlaşıyor. Güçlü bir kalkınma eğilimi ve dönüşüm şeklinde algılanan bu durumun balonlaşma olduğu anlaşıldığında ciddi bedeller gündeme geliyor. Sürdürülebilir olmadığı bilinen bu durumun büyük bir felaketle sonuçlanması önlenemiyor. Kalkınıyormuş gibi görünen gelişmekte olan ekonomilerin büyük bir istikrarsızlık yaşaması ve harabeye dönüşmesi belki bir süre geciktirilebiliyor, fakat bu olumsuzluğun yaşanması önlenemiyor. Gelişmekte olan ekonomilerde yaşanan böylesi bir olumsuzluk gelişmiş olanları da sarsıyor, düşük getiri ve yüksek riskten kaçarak yüksek getiri ve yüksek riske koşanlar durum değişince küresel bir bunalımın tetikleyicisi olmaktan kurtulamıyor. Asya krizi bu açıdan sebep ve sonuçları itibariyle her şeyi ortaya koyan bir örnek olarak önümüzde duruyor...
2000'li yıllarda ve özellikle küresel kredi krizi sonrasında gelişmekte olan ekonomilere ilginin anormal düzeylere ulaştığı, getiriler çökerken risklerdeki artışın daha fazla gizli tutulamayacağı, durgunlaşmanın daha fazla parasal genişleme ile önlenemediği dikkate alınır ise bizi bekleyen tehlikenin gerçek boyutu daha iyi anlaşılabilir... 2009 yılı ilk yarısında gelişmekte olan bölgelerin, küresel ekonominin lokomotif olacağı iddia ediliyordu ve bu söylem artık geçerliliğini kaybetti. Dünya ekonomisi lokomotifsiz kalacağı, durgunluğun bunalıma dönüşmesini hiçbir şekilde önleyemeyeceği ve geciktiremeyeceği bir döneme giriyor. Tepkiselliğin artacağı, güvensizlik ve belirsizliğin seri bir şekilde tırmanacağı beklentiler yolu ile piyasaları manipule etmenin imkânsızlaşacağı bir hesaplaşma ortamına koşuyor. Koşulların olumsuzlaşmasının önlenemediği ve tepkiselliğin belirsizlik ve kırılganlığı olağanüstü düzeylere çıkardığı durumda küresel ölçekte neler yaşanacak?.. İyi gün dostları o gün geldiğinde kimi nasıl sakinleştirecek?
Asıl önemlisi söz konusu olumsuz koşullarda Türkiye ne yapacak ve insanlarımızın tepkisi nasıl olacak?
Benzer bir durumu bir asır kadar önce Osmanlı'da yaşamış; maaş ödeyebilmek ve günü kurtarmak adına güçler çekişmesinde taraf olmak zorunda kalmış, bunu bile yapamadığında ömrünü tamamlamış... Belli ki önce ekonomi çöküyor, siyaset günü kurtarmaya odaklanarak ölüyü diri gösteriyor, çok geç gelen bu tepkisel tavırlar sonucu değiştirmiyor... Herhangi bir ülkedeki kurumsal yapının ve veya o topraklarda yaşayanların aşırı risk almış olması durumunda değişen koşullara uyum sağlama ve varlığı koruma şansı olamıyor... Bugün için gelişmekte olan ekonomilerde benzer bir durum tekrarlanıyor; ya kurumsal yapı ya da o ülkenin insanları modaya uymuş ve aşırı risk almış, gerçekleri görmezden gelerek günü kurtarmak yoluna girmek zorunda kalmış ve böyle devam edemeyeceği sınıra dayanmış. Özetle söylemek gerekir ise hiçbir şey göründüğü gibi değil ve gerçekler kısmen de olsa açığa çıkar ise büyük bir güvensizlik yaşanacak, ortalık karışacak. Şimdi sormak gerekiyor, böylesi bir durumu finansal piyasalar fiyatlayabilir mi?
Fiyatlayamıyor ise ne yapar ve bunun sonuçları ne olur?
Bu gibi durumlarda finansal piyasaların oyuncuları paranoyaklaşır ve taşıdığı risklerin esiri olduğunun baskısına dayanamaz; herkes çıkışa yakın bir yerde kaçışa hazır olmaya çalışır, siyasileri yönlendirememekten ve geniş halk kitlelerini uyutamamaktan korkar. Kendisinin herkesten daha iyi olduğu ve kendisini kurtarabileceği düşüncesi ile oyalar, gündemi kendi çıkarına uygun şekilde belirlemeye çabalar. Basiretsizlik hastalığının güvenmediği diğer her kesim gibi kendisine de bulaştığını inkâr eder. Sermaye piyasalarındaki görünüme bakarak kendini oyalar, kendi ürettiği masallara inanma gafletine düşer ve bir süre daha böyle devam edeceğini sanır...
Gelişmiş ekonomileri boş verin, ne yaparlar ise yapsınlar düzelmeyecekler; ama gelişmekte olanlar için zemin kaymaya başladı ve tüm olumsuzlukları tetikleyebilir. Dikkatli olun, hiç konuşulmayan konuların çok daha önemli olabileceğini unutmayın. Gerçeğin dayanılmaz ağırlığı kapınızı çalmaya geliyor!..