Günü kurtarmak iyice zorlaştı!..
Düzenli olarak açıklanan verilerin ve bu süreçte yaşanan diğer gelişmelerin ortaya koyduğu bir dizi gerçek var: küresel ölçekteki sorunların bulaşıcılığı artıyor, beklentileri yönlendirerek günü kurtarmak zorlaşıyor ve kırılganlık çok tehlikeli seviyelere koşuyor. İşin en ilginç kısmı ise parasal genişlemeye bağlı beklentilerin bulaşıcılığın artmasında başrol oynar hale gelmesi... Aşırı gevşek para ve maliye politikaları uygulamalarına rağmen gelişmiş ekonomiler durgunluğun derinleşmesini önleyemiyor; bu durum küresel ölçekte rekabet koşullarını bozuyor, riskten kaçınma eğilimini güçlendirerek sermaye hareketlerini ve ticaret hacmini daralmaya zorluyor. Eşanlı olarak gelişmekte olan ekonomiler de para ve veya maliye politikalarını gevşeterek durgunluktan kaçınmaya çalışıyor; ama olmuyor...
Son bir aylık dönemde riskten kaçınma eğiliminin güçlendiğine tanık olduk; bazı Euro Bölgesi ülkelerinde yapılan seçimlerin sonuçları ve devamında yaşanan gelişmeler bu sürecin tetikleyicisi olmuştu. Sermaye ve emtia piyasaları satış baskısı altında geriledi, Amerikan Doları güvenli liman olarak ön plana çıkarıldı... Fakat geçtiğimiz hafta sonunda gelen ABD istihdam verileri herkesin yanıldığını, orta vadede dolar dahil hiç bir ulusal paranın güvenilir liman olamayacağı gerçeğini haykırdı. Artan deflasyonist baskılar ve finansal piyasaların parasal genişleme tehdidindeki yükseliş, bakış açılarının farklılaşmasına katkı yaptı: Altın üzerindeki baskıyı attı ve diğer emtiaları da aynı yönde etkiledi, fakat sermaye piyasaları üzerindeki olumsuz baskılar gücünü korudu. Başka bir deyişle merkez bankalarının salt söylem veya vaatlerle olumsuzluğun büyümesini önleme şansı önemli ölçüde azaldı...
Kelimenin tam anlamı ile merkez bankalarının köşeye sıkıştığı bir döneme girdik: Sorunlar hiç olmadığı kadar ağır, finansal piyasalar tehdit ediyor ve siyasilerin elinden hiçbir şey gelmiyor, güven bunalımının artması önlenemiyor. Dikkatlerin özellikle Federal Rezerve üzerine yoğunlaştığı ve Euro Bölgesi'ndeki açmazın bu sonuca katkı yaptığını hesaba katmak gerekiyor. Eğer Federal Rezerve hiçbir şey yapmaz veya söylemle geçiştirmeye kalkar ise tehdidin paniğe dönüşmesi ve çok daha yıkıcı olması ihtimali hayli yüksek riskten kaçınma artacak ve küresel kredi krizinde ikinci dip dalgasının yaşanmaya başladığı algısı güçlenecek... Yok eğer finansal piyasaları rahatlatmaya yetecek büyüklükte bir parasal genişleme eylemine yönelir ise bu kez nakitten kaçış hızlanacak ve enflasyon baskısı son otuz yılda görülmemiş seviyelere tırmanacak: Sermaye piyasalarındaki yükseliş görece sınırlı kalır iken başta altın ve petrol olmak üzere emtia piyasaları yeni rekorlara koşacak; asıl önemlisi para otoritesinin itibarı telafi edilemeyecek oranda gerileyecek, söylem ve eylemlerinin etkisi azalacak; bunlar yetmiyormuş gibi hem sorunlar ağırlaşacak hem de durgunluk derinleşebilecek. Bu iki uç seçeneğin arasındaki gri seçenekler ise kısa vadede bir duraklama yaratsa da orta vadede olumsuzlukların belirleyici olmasını engelleyemeyecek: nakitte kalmak güvenilir liman olmaktan çıktığı için emtia piyasasları yükselecek ve enflasyon baskısı artacak, sermaye piyasaları bunalmaya ve bilançolar yıpranmaya devam edecek... Küresel ticaret hacmi ve sermaye hareketleri daralmayı sürdürecek, gelişmekte olan ekonomiler üzerindeki durgunluk baskısı artacak...
Geçtiğimiz haftanın ikinci yarısında yaşanan eğilimler, Federal Reserve'nin büyük ihtimalle kontrollü bir parasal genişlemeye gitmek dışında bir seçeneği kalmadığı varsayımının fiyatlandığını düşündürüyor. Gerek emtia gerekse sermaye piyasalarında fiyat oynaklığı artıyor, riskten kaçınma eğilimi güçleniyor; nakitte kalmak isteği azalıyor fakat bu durum sermaye piyasalarına değil başta altın olmak üzere emtialara yarayacak gibi görünüyor. Bu aşamada sormak gerekiyor: Federal Reserve finansal piyasaları şaşırtabilir mi? Sanmıyoruz, faizleri daha uzun süre düşük tutacağı veya verdiği likiditeyi çekmeyerek iflası gelen tahvilleri yenileri ile değiştireceği yönündeki açıklamaların piyasaları tatmin etmeyeceğini çok iyi biliyorlar; umulandan fazla verilecek likiditenin ise hem enflasyonu azdıracağı hem de durgunluğu derinleştireceğini net bir şekilde görüyorlar...
Geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeler Euro Bölgesi'nde yapılan ve yapılamayanları üçüncü plana geriletirken, Federal Reserve'yi ve gelişmekte olan piyasaları gündemin üst sıralarına taşıdı. 17 Haziran'da yapılacak Yunanistan seçimlerine kadar yatay eğilimler yaşanacağı beklentisi etkisini yitirdi. Geniş kesimler ile finansal sermaye arasındaki çıkar çatışmasının yeni boyutlara tırmanacağı ve istikrarsızlığın kadameli olarak artabaliceği bir dönemin eşiğine gelindi. Bu açıdan baktığımızda Türk Lirası'nın değer kaybetmesi, sermaye piyasalarımızın satış baskısı altında kalması sürpriz değildir, küresel eğilimlerin sınırlı bir yansımasıdır. Herşeyin düzeleceği, Türkiye'nin diğer gelişmekte olan ekonomilere göre daha az etkilendiği söylemi gerçekçi değildir. Küresel koşullar yumuşak iniş şansını önemli ölçüde azaltmıştır; Sorunlarımız ağırlaşmaya devam eder iken küresel gelişmelerden en olumsuz etkilenen gelişmekte olan ekonomiler grubundan çıkıp en az etkilenenler arasına girebilmenin mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır. Geçmişte, kısa vadede yaşananlar gelecek açısından anlamlı bir değer taşımamaktadır...