Gündem; hem sıcak, hem bulutlu
Her taraf ayrı telden çalıyor desem yeridir. Gazetelerden bir haber, “Türkiye ile İran arasında yeni sınır kapıları açılıyor”. Ne tarafınızdan ele alsanız, bizim için gayet güzel bir adım olduğu sonucuna çıkarsınız. Daha önceleri de yazmıştım, 80 milyona yakın insanın yaşadığı İran, M.Ö.4000’li yıllara dayanan tarihi ile dünyanın en eski medeniyetlerinden bir tanesi. Uluslararası enerji güvenliği ve dünya ekonomisinde geniş petrol ve doğal gaz kaynakları sonucu önemli bir konuma ve bulunduğu konum itibarı ile de tarihin her anında jeostratejik bir öneme sahip çok önemli bir komşu ülke. Ambargonun devam ettiği dönemde bu ülkeye sırtımızı dönmemiş olmamız, İran hükümetinin de, İran halkının da aklında. Kara sınırımızın olması da Avrupa ve Afrika’dan Türkiye’ye gelen ticaret trafiği ve lojistik alandaki fırsatları yönetmemiz açısından bize önemli bir olanak sağlıyor. Geçmişte İran’a dair konulardan söz ederken, ileride de sıkça konuşacağımızı belirtmiştim; işte bu gün o gündür. Dış ticaretin daraldığı, yeni pazarlara ihtiyaç duyulan bu dönemde böylesine önemli bir fırsat ülkesine daha da fazla ağırlık vermemiz elbette kaçınılmaz.
Böyle düşünmeme sebep hallerden biri de, yine aynı şekilde gündemde yer alan bir başka haber; “Avrupa Birliği projesi su alıyor”. İngiltere ile başlayan kopmalara, yenilerinin eklenmesi beklentisinden söz edilen haberde Hollanda, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın AB’den çıkış tartışmalarının merkezindeki ülkeler olduğuna yer veriliyor. Zaten hepimizin bildiği üzere Avusturya ve Finlandiya’da referandum konusu şu an gündeme gelmiş durumda. Avrupa Birliği’ndeki bu dalgalanmalar ve değişim, belki kısa vadede büyük sonuçlara sebebiyet vermeyecek olsa da, ekonominin iyi gitmediğine dair önemli işaretler veriyor. Cari açığımızın pek de iç açıcı olmadığı ve AB ülkelerinin en önemli pazarımız olduğu düşünüldüğünde, buradaki her hareketin bizi yakından ilgilendirdiğini atlamamak gerekiyor. Ne oldu da AB, her geçen gün biraz daha Avrupa Birliği projesine soğumaya başladı, bu konuya önümüzdeki yazılarımda derinlemesine değinmeyi düşünüyorum. Ancak tekrar etmek gerekirse, alternatif pazarları bulma ve onlar ile olan ilişkileri geliştirme gayretlerini yerinde buluyor, ancak yeterli görmüyorum. Kuzey Afrika gibi, Ortadoğu gibi pazarlarda halen çok fazla fırsatın bizi beklediğine de bir kez daha işaret edip, bilhassa ihracatçılarımızın dikkatlerini bu coğrafyalara çekmek istiyorum.
Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) Başkanı Arda Ermut, tüm zorluklara rağmen son çeyrekte güçlü bir toparlanma yaşandığını, geriye dönüp bakıldığında 2016 yılının dünya ve Türkiye için zor bir yıl olduğunu dile getirmiş. Tüm zorluklara rağmen son çeyrekte güçlü bir toparlanma yaşayarak 3.6 milyar dolar yatırım çektiğimize değinen Ermut, 2016 yılında uluslararası doğrudan yatırımların yüzde 56’sını 15 Temmuz darbe girişiminden sonra aldığımıza dikkat çekmiş.
Yabancı sermayeyi, ancak altını çiziyorum, yabancı sermayeli yatırımcıyı; yani ülkemize gelip olmuş yapıları satın alan yerine, ülkemize çivi çakanları, yeni iş kolları yaratarak istihdama katkı sağlayanları daha fazla görebilmeyi umuyorum. Zira sadece ülkemizden firma satın alan sermayedarların sağladığı katma değer, ne yazık ki yatırımcıların yanında yok denebilecek düzeyde. Kavramlar karışıyor, hepsi yabancı sermaye olarak anılıyor. Sıcak para girişi herkes için cazip kabul edildiğinden, her ne kadar tamamına sıcak baksak da, vücuttaki verimliliği yüksek kan gibi, yeni iş fırsatları yaratacak sermaye de dinamizmi arttırıyor. Başta da dediğim gibi, dünyanın her tarafı ayrı telden çalıyor. İyi sesler duyabilmeyi, iyi sesler çıkarabilmeyi hem fazlası ile istiyor, hem de fazlası ile hakediyoruz. Umuyorum ve diliyorum ki, ekonomik açıdan bu gelişmeleri lehimize çevirebileceğimiz bir dönem bizleri bekliyordur.