Gündem dağınıklığında kayan öncelikler

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Stratejik öncelikler belirlemek ve bunların etrafında yaygın bir uzlaşma sağlamak konusunda alışkanlığımız bulunmadığından olsa gerek, ekonomi gündemi de çeşitlilik ve karmaşa konusunda zaten bu özellikleriyle kanıksadığımız siyasal ve sosyal gündemi aratmamaya başladı. Öyle ki neredeyse öne çıkan veya manşet olan her gelişme ya da önermenin destekçisi kadar karşıtı ve bolca tartışma götüren içeriği var. Üstelik birbirleriyle kısmen veya tamamen çelişen düşünceler ve tezlerin aynı ölçüde yer bulduğunu ve önemsendiğini gözlüyoruz. Bu durumun en can sıkıcı sonucu düşünce ve eylem ufkumuzun, bir ara kurtulmaya başlar gibi olduğumuz kısa vade kilidine yeniden yakalanması. Böyle olunca da bir başarı hikayesi yaratmak için çok ihtiyaç duyduğumuz odaklanma iyice güçleşiyor.

Bozulan denge ve normalleşme

Yılın ikinci yarısında, genel seçimleri de geride bırakmış olmanın rahatlığıyla, 2007'den beri yavaşlayan yapısal ağırlıklı eylem programına yeni bir heyecan ile odaklanma yaşayacağımızı umarken, AB'ndeki olumsuz gelişmeler, dengemizi bozmaya ve gündemimizi alt üst etmeye yetti. Başta ihracatçılar olmak üzere kurda düzeltme  bekleyenleri bile tedirgin eden sert yükseliş, uzunca bir zamandır sorunlar skalamızın arkalarında kalan enflasyon riskini de arttırınca dikkatler ve çabalar tümüyle konjonktürü normalleştirmeye yöneldi. Hele Türkiye'nin duruma göre olumlu anlamda esnek, olumsuz anlamda kırılgan diyebileceğimiz yapısının krizden çıkmakta olduğu kadar krize girmekte de hızlı olduğunu gösteren geçmiş performansı düşünülürse bu eğilimi doğal karşılamak gerek. Ayrıca geçmişteki kendi imal ettiğimiz krizlerin alameti farikasının döviz kıtlığı sendromu olduğunun hatırlanmaması da zor.

Ancak bunun böyle olması, herkesin ve her kesimin bu konuya yoğunlaşıp diğer sorunların unutulması sonucuna yol açmamalı. Kaldı ki konjonktür ile ilgisi olmayan temel sorunlar ile uğraşmayı savsakladıkça buna benzer dengesizliklerin ve paniklerin yaşanılması kaçınılmaz. Büyümenin cari açığa dayanan temellerini değiştiremezsek, ikide bir bir yerlerde duvarların tempomuzu yavaşlatmamızı zorunlu kılacak şekilde yükseldiğini göreceğiz.

Özgün politikalar gerekli

Üstelik bu yoğun tartışmaların bir işe yaradığı, kafalardaki soru işaretlerine açıklık getirdiği de söylenemez. Sözgelişi uzun yıllar boyunca ihraç ürünlerimizin rekabet yeteneğini tek sakatlayan unsur olarak kur düşüklüğünü gösteren ihracatçılar bile, bu korelasyonun bekledikleri ölçüde olmadığını ve sorunun arkasında başka yapısal faktörler bulunduğunu kabul ediyor. Nitekim Başbakan Yardımcısı Babacan 2008'de çok daha düşük bir kur düzeyindeki ihracat hacmi ile şimdi ulaşılan düzeyin aynı olduğunu söyleyerek bu hususu çarpıcı bir biçimde vurguladı.

Zaten dünyadaki örnekler de değişkenler arasında bu türden ve her koşulda geçerli ilişkiler olmadığını doğruluyor. ABD'nde basılan bunca paraya ve faizlerin neredeyse sıfırda tutulmasına rağmen enflasyonun yükselmemesi, insanlar ile ilgili olan ekonominin fizik bilimi gibi yasaları olmadığını gösteriyor. Her ekonominin ve ortamın kendine özgü koşullarına göre özgün politikalar geliştirilmesine ihtiyaç var.

Türkiye'nin koşullarında başta cari açık olmak üzere yapısal sorunları hedef alan tamamlayıcı ve eşanlı reformlar ve eylem programları olmaksızın sadece para politikaları ile gidilebilecek yol fazla uzun değil. Yapısal politikaların büyük bölümünün zaman alacağı doğru, ancak başlangıçları geciktirmenin gerekçesi yok. Sonuçlarını henüz tam alamasak da bu yönden en önemli inisyatif alanlarından biri olan arge mutabakatını bile, ancak cari açık herkesi ürkütmeye başlayınca sağlayabildiğimizi unutmayalım.

Tasarım özeni

Öte yandan zaman ve emek savurganlığı yapmamak için özen göstermemiz gereken tasarım aşamasını, stratejik önceliklerden çok alışkanlıklarımıza ve takıntılarımıza göre üstünkörü geçiştirdiğimiz de bir gerçek. On yıllar boyunca olumlu sonuç alamadığımız teşvik sistemi, bu alanlardan biri. Kaynakları, mutlaka yapı çarpıklığını giderecek, katma değeri, teknolojiyi, yenilikçiliği ve rekabet gücünü geliştirecek yatırımlara yönlendirmek zorundayız. Böyle gelmiş böyle gider mantığına tutunur ve sadece işletmelerin tümünü yaşatmayı hedeflersek, kur ya da faiz duvarları ile örülü mevcut patikadan kurtulmamız zorlaşır.

Teşvik gibi kısa vadede fark yaratılabilecek başka alanlar da var. Çoğunlukla proje odaklı inisiyatifleri, sözgelişi küresel kaynakları cezbedecek (finans, lojistik, hizmet merkezleri gibi) yapılanmaları da bu kategoriye sokabiliriz. Tabii gereksiz zaman ve emek savurganlığını önleyecek araştırmayı ve tasarım özenini ihmel etmemek kaydıyla. Sözgelişi Almanya'nın birleşmeden sonra Berlin'e yaptığı onca yatırıma rağmen onu neden finans merkezi haline getiremediğini inceleyerek...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019