Gül bahçesi
Hazine eskiden Merkez Bankası'ndan 'avans' kullanırdı. 1994 krizinde 'enflasyon'da suçluluğu tescillenince Hazine’nin bir yıllığına aldığı ancak hiçbir zaman geri ödemediği avans sınırlandırıldı. Avans miktarı önce ardısıra gelen iki yıldaki bütçe ödenekleri farkının yüzde 15'inden yüzde 12'sine çekildi.
İzleyen yıllarda oran daha da düşürüldü. 2001 krizinde yasası değiştirilen Merkez Bankası iyice bağımsız olmuştu. Hazine'nin Merkez Bankası'ndan avans tümüyle yasaklanarak 'enflasyon hedeflemesi'ne geçildi. Aslında kamu kuruluşlarına kredi açılması uygulamaları da ortadan kaldırıldı. Merkez Bankası'nın para basarak Hazine harcamalarını finanse etmesi yasaklanınca Hazine, piyasadan borçlanmaya ağırlık verdi.
Ancak Merkez Bankası'nın en büyük hissedarı olan Hazine'nin Merkez Bankası'na, bütçe açıklarını finanse etmek için ihtiyaç duyduğu 'taze para'ya olan ilgisi sıfırlanmadı. Bu kez Merkez Bankası, ikincil piyasadan sürekli olarak tahvil ve bono alarak Hazine'yi desteklemeyi sürdürdü. Hazine ile Merkez Bankası arasındaki bu enflasyonist alışveriş bir şekilde sürdü.
Ayrıca iki kurum arasında avans dışı ilişki Merkez Bankası kârının yıl sonunda Hazine'ye devri ya da Merkez Bankası'nın kur farklarından kaynaklanan zararının Hazine'ye rücu ettirilmesi gibi şekillerde ayrıca sürmeye devam ediyor. Bütün bunlar Merkez Bankası'nın ekonomik krizler sonrası güçlendirilen bağımsızlığı varken yaşanıyor. Son olarak Kur Korumalı Mevduat ile ilgili hesap ve yükümlülüklerin Merkez Bankası'na devredilmesiyle bu ilişki bir kez daha gündeme geldi.
Hazine'ye avans vermek yasak iken Hazine'nin yükümlülüklerini devretmesinin nasıl farklı bir sonucu olabilir? Yani enflasyon yaratan kısa vadeli avans açmak ile Hazine'nin 100 milyar dolarlık borcunu devralmanın etkisi bir terazinin farklı kefelerinde mi, aynı kefesinde mi yer bulur?
Bunun neden yapıldığını anlamak mümkün, aslında sınanmış sonuçlarını kestirmek de mümkün. Hem de çelişmesine rağmen, enflasyonla mücadele edilirken, sıkılaştırma, sadeleştirme ve de enflasyon hedeflemesi adımları atılırken...
Hazine bazı önemli yükümlülüklerinden kurtularak ne yapmak istiyor? Aslında Bakan Mehmet Şimşek bu planı açıkladı. Hatırlayalım, ne dedi?
Program üç ayağa dayanıyor
“- Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi; yani deprem etkisi hariç, bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi.” Demek ki ne olursa olsun açık , Maastricht kriterlerine uyumlu seviyeye çekilecek.
İkincisi “- Enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası.” Gerek torba yasa, gerek kdv artışı gibi iki ayrı pakete işlerlik kazandırılması da bu hedefin gereklilikleri. Nitekim Ek Bütçe teklifi de Meclis’e gönderildi. 1 trilyon 198,9 milyar liralık bütçe gelirinin 1 trilyon 150,4 milyar lirası borçlanma yerine yeni vergilerden sağlanacak.
Üçüncüsü “- Makro finansal istikrarı ve diğer tüm kazanımları kalıcı hale getirecek yapısal reformlar.” Demek ki yapısallara da sıra gelecek. Sonuçta bir yandan yeni vergilerle gelirler artılırken, diğer yandan bazı giderlerden kurtularak başarılı bir bütçe performansı ortaya koymak…
Olası bütçe açığını küçültmek, daha az borçlanmak, borçlanma faizini düşürmek. Ancak maliyeti olan bir taahhüt, bir kurumdan alınıp diğerine verildiğinde her iki bahçede de dikensiz gül yetişmiyorki!