Güçlü ekonomi, mutsuz halk: Bir sistem öyküsü

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

The Economist’in iki hafta önceki kapak makalesi, içinde yaşadığımız ekonomik sistemi irdelemek açısından oldukça çarpıcıydı… Makalenin adı “Amerika’nın şaşırtıcı ekonomisinden çıkarılacak dersler…”

Aslında derginin açıklamasında iki kapak tasarlanmış; biri sözünü ettiğim konu, diğeri ise dünyanın “bağlantısız” ülkelerinin giderek artan bağımsız davranışları olarak ifade ediliyor ve resimde dolaşık kollardaki eller pazarlık için sıkışıyorlar. Her ne kadar onlar bu bağlantısız ülkelerin bağımsız davranışlarını kötü bir anlam barındıracak şekilde anlatsalar da biz bu resmi ABD hegemonyasını reddeden ülkelerin davranışları olarak da açıklayabiliriz.

Amerikalılar gelecek konusunda karamsar

Yazımın ana konusu olan Amerika’nın şaşırtıcı ekonomisine ve mutsuzluğun dozajına gelecek olursam: Dergideki makalede ara başlık “Dünyanın en büyük ekonomisi emsallerinin tozunu attırıyor” yazsa da; resimse çok uzun bacaklı bir at üzerinde oturan kovboy, hafif bulutlu havaya rağmen önündeki verimli kırları inceliyordu… Sizin de hemen anlayacağınız üzere, subliminal mesaj oldukça açık:

Belirsiz de olsa küresel ekonomiye tepeden bakan bir ABD ve düştüğünde tehlike yaratabilecek yükseklikte oturan Amerikalı… Biliyoruz ki ABD’de yaşam, çalışma hayatı boyunca güzel; aksi ise, bizim deprem sonrası çadır kentler kadar büyük alanlarda bir sokak yaşamı. Bu alternatif çok uzak gelmesin, çünkü sistem böyle… Yazının detaylarında, 1990 yılından bu yana yapılan bir anket sonucundan söz ediliyor: Buna göre ABD’lilerin yüzde 80’i anketörlere, çocuklarının gelecekte kendilerinden daha kötü durumda olacağını söylüyor. Ve ortaya çıkan bu karamsar tablo, anketin başlangıcından bu yana en kötü sonuçları veriyor.

ABD, G7 GSYİH’sinin yüzde 58'ini oluşturuyor

 Ardından ise, ABD ekonomisinin ne denli büyük olduğu, emsalleri olan Batı Avrupa ve Japonya ile kıyaslamalı olarak veriliyor. Üstelik Çin’in yükselişine karşın ABD’nin hala büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmediğine atıf yapılıyor. Verileri özetlersem: 1990’da Amerika, piyasa döviz kurlarına göre dünya üretiminin yüzde 25’ini oluştururken, otuz yıl sonra, Çin ekonomik nüfuz kazanmış olsa da bu payın değişmediği vurgulanan yazı da, zengin dünya üzerindeki hakimiyeti ise ürkütücü olarak şu veriyle nicelendiriliyor: 1990’daki yüzde 40’a kıyasla bugün G7 GSYİH’sinin yüzde 58’ini oluşturuyor ABD…

Yüksek lisanslı ve doktoralı kişiler bazında Japonya ve Batı Avrupa’dan daha fazla kişi istihdam edilen ülkede, Amerikan firmalarının da yurtdışında tescilli patentlerin yüzde 20’sinden daha fazlasına sahip olduğu ve bu sayının Çin ve Almanya’nın toplamını geçtiği yazıyor…

Peki ya kapak resmindeki bulutlu hava?

O kısmı da ben tamamlamak istersem; gecikmiş talep ve daralmış tedarik zinciriyle beraber gelmekte olan enflasyonun Rusya-Ukrayna savaşının yol açtığı enerji ve gıda krizleriyle zirve yapması ve beraberinde gelen daraltıcı para politikasının şimdilik kendini sadece ABD’nin orta ve küçük ölçekli, Avrupa’nın ise genel bankacılık sisteminde bir komplikasyon olarak göstermiş olması durumu. Oysa daha sırada zombi şirketler hatta kredi daralması ve pahalanan fonlamayla zarar görecek masum şirketler ve dahi ülkeler olabilir…

Dünyadaki borçluluk da hesaba katıldığında nüfus artışına karşın büyümede ortaya çıkacak bir daralma ABD için yumuşak mı olur sert mi bilinmez ancak kürenin diğer ve çok daha kırılgan olan ekonomilerinde çok daha sert geçişlere neden olabilir.

Şimdilerde IMF ve Dünya Bankası’nın gündeminde daralan ekonomi ve artan borçluluk var… Ayrıca bağlantısız olarak ifade edilen devletlerin bağımsızlık adımlarında; oldukça bağlantılı olan Fransa gibi bir ekonominin ve bağlantılı olmaya özen gösteren Hindistan’ın, vakti zamanında bağlantılı olmak için petrol satışını dolarla yapan petrozengin ülkelerin dahi oldukça bağımsız “girişimleri” var…

Amerikan halkının mutsuzluğuna gelince:

Verilerle de ortaya konan ekonomik üstünlüğe rağmen bir şeylerin yanlış gittiği açıkça görülebilir. ABD’nin, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana savaşa girmeden önce Avrupa’dan sanatçı ve bilim insanları başta olmak üzere “nitelikli” Yahudi kesimini ülkesine çekmesiyle başlayan sürecinde bugün Silikon Vadisi’nde büyük çoğunluğu göçmenlerden oluşan bir beyin toplumuna sahip olduğunu görmekteyiz. Benzer durum Suriye ve Afganistan mültecileri bakımından Avrupa’da da görülmekte…

Özetle sıra dışı kişilerin bu ülkelerin büyüme ve gelişiminde ırk ve dinden bağımsız büyük bir payı olduğu apaçık ortada. Peki sıradan insanlar için durum nedir dersem? Burada göç anlamında değil belki ama kendi halkı ölçeğinde bir durum değerlendirmesi yapıldığında Amerika’nın Avrupa’dan keskin bir sosyal devlet çizgisi ile ayrıştığın söylemek yanlış olmaz…

Bana kalırsa beklenen yaşam süresi Avrupa’ya göre giderek kısalan, sağlık sistemi gibi sosyal haklar bakımından neredeyse işsiz kalanların hiçbir avantajının olmadığı, hatta sokakta yaşama ya mecbur bırakılan geniş halk kesiminin mutsuz olması için yeterli neden var.

Özetle bu durum; en süper ekonomiyle en refah ekonomi arasındaki farkı sistemsel açıdan sorgulatan bir dilemma yaratıyor. Bu ikilem protestoların niteliğinden bile anlaşılabilir: ABD’deki senato baskını ya da silahla öldürülen insan sayısının artışı ile Fransız halkının emeklilik yaşı ve İngiliz halkının grev konulu ayaklanmaları bu duruma birer tematik örnektir. Hep Amerika’daki sıkıntıyı anlatıyorsun, bizim ülkemizde her şey mi mükemmel, ülkemiz ekonomisine daha fazla değin diyen okuyucularıma şunu söylemek isterim ki:

Bizim ülkemizde de bazı anket ve verilerin ortaya çıkarttığı memnuniyetsizlik, beyin göçü gerçeği, fırsat eşitsizlikleri ile ekonomik yetersizliklere ve de bu konuların çözümü konusunda seçim meydanlarında manifestolarını açıklayan ittifakların söylemlerine, gelecek hafta köşemde detaylı yer vereceğim.

Haftanın sözü: “İnsanoğlunun temel sorunu üç değişkeni bir araya getirmektir: Ekonomik verimlilik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük.” / John Maynard Keynes

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar