GSYİH rakamları: Haberler göründüğü kadar kötü değil
Yakın zamanda yurtiçi ve dışında yazdığım yazılarda ve Türkçe ve İngilizce basına yansıyan değerlendirmelerimde iyimser yorumlar yapıyorum. Nedeni aşağıda.
2002-2007 döneminde 'işler iyi giderken' azımsanamayacak sayıda eleştirel yazılar yazdım. O yazılarda, "işlerin iyi gitmesinde" Türkiye'de karar alıcıların yaptığı doğrular kadar yurtdışı olumlu faktörlerin katkısından bahsettim. Bazı diğer iktisatçılarla birlikte, özellikle kurdaki değerlenme ve cari açıktaki birikimli kötüleşmeye dikkat çektim.
Şimdi yurtdışında işler iyi gitmiyor. Bu kötüleşme Türkiye'ye reel ekonomi tarafından vuruyor. Çeşitli defalar vurguladığım gibi, sektörü bazen sıksa da, BDDK'nın önemli katkısıyla bugün bankacılık sektörü oldukça sağlıklı durumda. Bu da krizin Türkiye üzerindeki etkisini olabileceğine göre oldukça sınırlı seviyede tutuyor.
Öte yandan, yavaş yavaş bir 'ihracata dayalı ekonomi' haline gelen Türkiye'de reel ekonominin daralmasında iç piyasadan daha çok ihracattaki daralma önemli rol oynuyor. Peki, tüm gelişmiş piyasalardaki talep daralması yaşanıp Türkiye'de ihracat rekor kısılma gösterirken Çin nasıl yüzde 6'lı seviyelerde büyümeye devam edebiliyor? Anahtar kurlarda; Türk ihracatçısı hâlâ aşırı değerli Türk Lirası'nın birikimli gazabına uğramaya devam ediyor.
Tüm bunlara rağmen, eksi 14'lük GSYİH daralmasına rağmen ben yine de iyimserliğimi koruyorum. Neden mi?
Öncelikle, daralmanın alt kalemlerine bakıldığında, pek de sürpriz olmayan ana, hatta tek sebep var: Özel kesimin harcamalarını azaltması. TÜİK rakamlarına göre, 2009 yılı ilk çeyreğinde, geçen yıla göre GSYİH'nin yüzde 82'sini oluşturan özel kesim tüketim harcamaları toplam yüzde 16 reel daralma göstermiş. Buna TÜİK'in birinci çeyrek GSYİH'sinin yüzde 7'si civarında hesapladığı, stoklardan satıştan kaynaklanan üretim düşüşünü katınca, tüketicinin "krizin" neredeyse tek sebebi haline geldiği anlaşılıyor.
Birinci çeyrekte net ihracat az da olsa büyümeye pozitif katkı yapmış. Ancak, krizden bu kadar negatif reel etki gören bir ekonomide, bu katkının çok daha fazla olması gerekirdi. Türkiye hâlâ diğer ülke üretici ve ekonomilerine ciddi fayda sağlıyor!
Bu resme rağmen iyimser olmamın cevabı resmin içinde: bankalar sisteminin çökmediği ve büyük şirket iflaslarının yaşanmadığı bir ekonomide bu denli büyük tüketim daralmasının sebebi büyük ölçüde 'psikolojiktir.' İnsanlar harcama yapmıyorlar zira temkinliler. Hele Türkiye gibi sık sık krizlerin yaşandığı ve ekonomik dengelerin oturmayıp, uzun dönemli ekonomik stratejilerin netleşmediği bir ülkede.
Önceki yazılarda da üzerinde durduğum gibi, bu gibi konjonktürel daralmaların olduğu durumlarda, beklentiler ve bunların idaresi büyük önem kazanıyor. O halde beklentilerin nasıl seyrettiğine bakalım. TCMB iktisadi yönelim Anketlerini bu konuda önemsiyorum. Zira aşağı gidişi de ilk başta bu anketlerden okumuştuk.
İktisadi yönelim anketinde hem güven endeksinde hem de alt kalemlerin önemli olanlarında şubat ayından itibaren başlayan iyileşme sürüyor. Reel kesim güven endeksi, Haziran 2009'da Kasım 2007, yani krizin ABD ve Avrupa'da başlamaya yüz tuttuğu zamanki seviyelere yaklaştı. Toplam sipariş (son üç ay), ihracat (gelecek üç ay) gibi göstergeler de Türkiye açısından krizin etkilerinin belirginleştiği son bir senelik dönem göz önüne alındığında ciddi bir yükselme göze çarpıyor. 'Genel gidişat' hakkındaki kanaat ise 2007 başından itibaren en üst seviyede.
Beklentilerdeki bu iyileşme trendi iç harcamaların ve ihracatın 2009'un iki, üç ve dördüncü çeyreğinde daha olumlu seyredebileceğini gösteriyor.
Buna ikinci çeyrekten sonra büyümede ortaya çıkacak olumlu baz etkisini de eklememiz gerekiyor. Özellikle bu yılın üç ve dördüncü çeyreklerindeki büyüme rakamları, geçen seneki, sırasıyla yavaşlama (+ % 1,2) ve daralmadan (- % 6,2) dolayı istatistiki olarak yükselecek.
Amacım, yersiz iyimserlik pompalamak değil. Ama kötümserliğin işleri düzeltmeyeceği de bir gerçek.