Gözyaşlarımız yetse!...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

“Burdur Gölü'nün kuruyan alanlarında iki gözyaşı damlasını andıran görüntü, gökyüzünden fotoğraflandı. Son 50 yılda su varlığının 3'te 1'inden fazlasını kaybeden, vahşi tarımsal sulama ve küresel ısınmanın tehdidi altındaki göl, 3-4 yıl içinde yarısını, 10 yılda tamamına yakınını kaybetme riskiyle karşı karşıya.”

Hürriyet gazetesinde geçtiğimiz günlerde okuduğum bu haber, 25 yıl önce yazdığım bir yazıyı anımsattı: Sene 1993, yazının adı, “Maviye çalardı.”

“Maviye çalardı rengi, umut mavisine. Asla asi olmayan... Gündüzleri çağıran kıpırtı, gece çökünce bir kara delik gibi insanı kendine emen derin, zifiri bir boşluk. Onu daha ilk günden keşfetmiştim. Aksi nasıl mümkün olabilirdi ki!.. Kente girmeden beni, o karşılamıştı.

Daha sonraki geri dönüşlerimde, uzun saatler süren konuşmasız, müziksiz, hüzünlü yolculuklarımda tek sevinçti. Onunla göz göze gelince, bir süre ayrı kalınmış sevgiliyi yeniden duyumsardım. Beni, deniz yüzeyinden bin metre yükseklikteki o kente bağlayanların ön saflarındaydı.

Güneş, asla bulutun gözükmediği masmavi gökyüzüne asılıp sonsuzluğa dek dünyayı ısıtmaya ve aydınlatmaya mahkûmiyetinin sıkıcı yalnızlığını sürdürürken ben aşağıda, onun serin yüzüne temas edebilmeyi hayal eder, kendimi içinde hissetmeye çalışır; “güneş ne kadar parlayıp ısıtırsa ısıtsın sonsuzluğa kadar yaşayacaksın” diye kendimi avuturdum.

Avuturdum ama, hakkında hiç de iyi olmayan söylentiler çıkmıştı. Yavaş yavaş küçüldüğü, kendi içine büzüldüğü lafları dolaşıyordu. Son yıllarda o kadar çok istismar edilmişti ki, artık kendini savunamayacak duruma düşmüş, hatta zarar verici olmaya başlamıştı. Aslında yalnızca uzaktan izleyebiliyor, ancak hayallerimizde yaşayabiliyorduk onunla...

Yıldızların gökyüzünü pıtrak gibi doldurduğu yaz gecelerinin serin banklarında, kayan yıldız görmeye çalışıp gökyüzünü bir o yana bir bu yana delen uyduların geçişini izlerken, onun aşağılarda bir yerlerde olduğunu hisseder, sessiz sevgilimin derin uykusunu bölmemek için fısıldayarak konuşur, sabah serinliğinde bana gülümseyeceği saati iple çekerdim.

Bir şafak daha eksilirdi o gülümsediğinde. Akşamları güneşe son elvedayı da o derdi. Öyle çok utanırdı ki o saatlerde benim delici bakışlarımdan, yüzü, bedeni kızarır, bu kızıllık dakikalarca üzerinden gitmezdi! Ta ki çöken karanlıkla birlikte derin uykusuna dalana kadar...

Ona hiç dokunamadım birlikte olduğumuz 56 gün boyunca. Yalnızca seyrettim. Hayran olduğum mavi saçlarının dalgalı kıvrımlarında doğduğum kentten izler, sesler, kokular aradım. Aslında biliyordum, o, iğfal edilmişti yıllar önce. Bu nedenle de çoktan kötü yola düşmüştü. Ben, onu görmek istediğim, hayal ettiğim gibi, temiz yıllarındaki görüntüsüyle gözümde canlandırıyordum. Gerçekten de o denli uzaktan, binlerce ton tozun arasından öyle görünüyordu...

Sonra, sonra hiç bencil değildi. Benim gibi altı bin kişiye daha kucak açmıştı. Ve her sene onları kucaklamaya devam ediyordu. Hepsini mutlu edecek denli sevecen, anaçtı. Ama yine de birileri tarafından kirletilmeye karşı koyamıyor, bizden yardım beklercesine hüzünlü bakıyordu çoğu kez...

Zorunlu geldiğim kentten ayrılırken onun için üzülüyordum. O ise, bizden sonra gelecek binleri kucaklamak için hazır bekliyor, her şeye rağmen, son gününe dek direnme isteğinin derinlerinde bir yerlerde varolduğunu muştuluyordu.

56 gün geçtiğinde kenti terk ettim, ama onu asla unutamadım. Belleğimde, yüreğimde peşimi bırakmadı. Gazetelerde zaman zaman acıklı serüvenini okumayı sürdürdüm.”

Bir daha ne zaman karşılaşacağız bilemiyorum, ama Burdur Gölü, anılarımda daima yaşıyor.

Hissediyorum, benim gibi orada vatani görevini yapan, ona hayran on binlerce askerin gözlerinden birer damla yaşı süzülüyor senelerdir onunla ilgili haberleri okurken… Ah! Gözyaşlarımız yetse!..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar