Gözler merkez bankalarında
Murat Berk / Yapı Kredi Yatırım
Arka planda yer alan risklerden döviz kurları ve özellikle de ABD Doları'nın değeri ile ilgili (ABD dışındaki) rahatsızlığın arttığını gözlemlediğimizi geçen hafta aktarmıştık.
Önceki hafta Financial Times'ta FED'in FOMC toplantı metinlerinin tonunda değişikliğe gidebileceğini iddia eden haberin de işaret ettiği gibi merkez bankaları piyasalara mesaj verme konusunda ciddi anlamda kafa yoruyorlar. Aradan geçen zamanda ABD Doları'nın değer kazanması ve diğer piyasalarda satış baskısının görülmüş olması, (örneğin küresel risk iştahı göstergesi VIX endeksindeki keskin yükseliş ve endeksin 30'u aşması) aslında merkez bankalarının kısa dönemde "şahince" sayılabilecek açıklamalar yapma ihtimalini de bize göre azaltıyor.
Dünyanın birçok yerinde merkez bankaları, alışıldık olmayan para politikası önlemlerinden kademeli olarak geri çekilişi gittikçe daha fazla tartışacaklar gibi gözüküyor. Görünebildiği kadarıyla değişik ortamlarda (örneğin bu seneki Jackson Hole toplantılarında) özellikle piyasalarda oluşabilecek köpüklere karşın daha yüksek bir hassasiyet oluşmaya başladı. Kuşkusuz burada son krizin sebeplerine yönelik bir özeleştiri olmasının yanında bu konularda henüz bir konsensüs oluşmadı ve belirsizlikler devam ediyor. Öte yandan, ekonomilerdeki toparlanmanın yavaş ve kırılgan bir görüntüye sahip olduğu müddetçe ekonomilere parasal ve mali gevşeme kanalıyla verilen desteklerin bir süre (muhtemelen de uzun bir süre) daha korunma olasılığı devam ediyor.
Bu durumun ana sebeplerden biri, gevşek parasal ve mali politikalar olmasaydı. Bunun yanında ekonomilerin gücü ne ölçüde olurdu sorusuna verilecek cevabın halen pek de net olmamasını ekleyebiliriz. Bu bağlamda FED'in çabalarına rağmen M2 para arzının zayıf kalması ve ticari kredilerdeki daralmanın devam ediyor olması dikkat çekici buluyoruz. En azından kısa vadede enflasyonist korkuların çok da geçerli olmayabileceğine dair işaretler olarak yorumlayabiliriz.
İçinde bulunduğumuz küresel dengenin geçici olup olmadığı da önümüzdeki dönemde gittikçe daha fazla tartışılacak gibi duruyor. Örneğin, ABD'nin derin resesyondan çıkış için giriştiği reflasyon çabalarıyla dolardaki değer kaybının diğer ülkelere deflasyon ihraç etmesine nasıl bir politika reaksiyonu geleceği bizce soru işareti.
Yurtiçinde ise, TCMB tarafından geçen hafta yayınlanan son Enflasyon Raporu'ndaki enflasyon tahminlerinde önemli bir değişiklik olmadığı görülüyor. Bu Enflasyon Raporu'nda, baz senaryoda "politika faizlerinin sınırlı bir miktar daha düşerek 2010 yılı sonuna kadar sabit kaldığı" varsayımı yer alıyor. Bu ifade bizim, faiz indirimlerinin kasım ve aralık aylarında 25 baz puan ile devam edeceği ve yılın geri kalanında toplamda 50 baz puan indirim yapılacağı beklentimizle uyumlu gözüküyor. Biz MerkezBankası'nın, 2010 başında bir faiz indirimine daha giderek toplamda 75 baz puanlık indirimi tercih edeceğini düşünmeye devam ediyoruz. Banka ayrıca, yeni bir ekonomik zayıflama veya sermaye girişlerine bağlı olarak kurun güçlenmesi durumunda daha fazla faiz indirimlerine gidebileceğini sinyalini verdi.
Bu arada TİM'in açıkladığı verilere göre, ekim ayında ihracat %4,6 artarak 9,9 milyar dolara ulaştı. Bu yıllık artışta baz etkisi ve çalışılan gün sayısı etkili olmuş olsa da ihracatın Eylül 2008'den bu yana ilk defa yıllık bazda artışa geçmiş olduğunu not ediyoruz.
Yurtdışında Avustralya Merkez Bankası ile başlayan merkez bankaları'nın bu haftaki para politikası toplantılarında gözler özellikle FED, Avrupa ve İngiltere merkez bankalarından yapılacak açıklamalarda olacak. Avustralya hariç diğerlerinde faiz değişikliği beklenmiyor.