Gözler Avrupa Birliği'nde umutlar Çin'de

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Dünyanın gözü AB'nin üzerinde, üye ülkeler arasında borç krizinin aşılması konusunda devam eden görüş ayrılığı herkesi endişelendiriyor. En son Yunanistan'ın, onaylanan yardım paketini halk oylamasına götürme kararı alması zaten diken üstünde olan piyasaları allak bullak etti.

Görünen, o ki krizin kontrol altına alınmasının giderek güçleştiği. Bunun, dünyayı öncekinden daha ağır bir resesyonun içine sürüklemesi ve beraberinde AB'nin de sonunu getirmesi uzak bir ihtimal değil. Çok değil, bundan bir kaç gün önce Yunanistan Başbakanı Papandreu, krizin İtalya'yı da etkilemesi üzerine rahatlamış olacak ki, AB'li yetkililerin gözünün içine bakarak "bu Yunanistan'ın değil, AB'nin krizidir" diyebilmişti. AB'nin fütursuzca sarf edilen bu söze cevabı gecikmemiş; Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, Yunanistan'ın Parasal Birliğe hazır olmadığını söyleyerek, sorunların temelinde bu ülkenin olduğunu ima etmişti. Evet,

Papandreu'nun bu açıklamasının AB'yi kızdırdığı meydanda. Ancak bu, AB'nin geçmişteki hatalarının faturasını ödemesine engel değil.

Yunanistan konusunu burada noktalayarak, son gelişmeleri özetleyelim. Geçen hafta Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan hükümet yetkilileri Washington'da bir araya gelerek borç yükü altında ezilen AB'ye desteğin şeklini tartıştılar. Çin dışında bu ülkeler desteğin, IMF kanalıyla olması gerektiği görüşündeler. AB ülkelerini uzun süreden beri krize müdahale konusunda yeterince süratli hareket etmedikleri için eleştiren ABD'den farklı olarak Çin, şimdiye kadar geride durmayı tercih etti. Zaten aksi de beklenemezdi. Asya'dan Afrika ve Latin Amerika'ya kadar değişik kıtalarda yeni ekonomik kazanımların peşinde koşan Çin'in bu tutumunda siyaseten, Batı'nın karşısında yer almasının payı inkâr edilemez. Kapitalist kalkınma sistemini benimsemiş olsa da uluslararası konularda izlediği farklı siyaset, ABD ve AB'nin Çin'le olan ilişkilerine şüpheyle yaklaşmalarının önüne geçemiyor. Acaba ekonomik gereklilikler siyasetin önüne geçer; şimdiye kadar büyük ölçüde siyasi konularda ortaya çıkan görüş ayrılıklarını törpüler mi?

Bugünden yarına önemli değişiklikler olmasını beklememek gerek.

Brüksel'de AB maliye bakanlarının Yunanistan'ın borcunun yüzde ellisini silme ve Avrupa Finansal Yardım Fonu'nu 440 milyar eurodan 1 trilyon euroya arttırma kararı almalarının ardından, Fransa Devlet Başkanı Sarkozy'nin Çinli mevkidaşını telefonla arayarak yardım istemesi de Çin üzerinde beklenen etkiyi yaratmadı. Çin Devlet Başkanı Hu Jintao sonuçtan memnun olduğunu belirtmekle yetinerek, açık bir taahhütte bulunmaktan kaçındı. Yardım sağlamak için Uzakdoğu ülkelerine çıkarma yapan Avrupa Finansal Yardım Fonu Başkanı Klaus Regling, Çinli yetkililerle Beijing'de yaptığı görüşmelerden eli boş çıkınca rotayı Japonya'ya çevirdi. Çin'in bu konudaki yaklaşımı, "imkanlarımız dahilinde yardım edebiliriz, ama bizi bir kurtarıcı gibi görmeyin" şeklinde. Papandreu hükümetinin son kararına bakınca Çin'e hak vermemek elde değil.

Peki Çin, AB'ye niçin yardım etmek istiyor? Bunun bazı nedenleri var. İlki, 3.2 trilyon dolara ulaşan hacmiyle dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahip ülkesi olması. Nasıl dış ticareti açık veren ülkeler bu açıklarını borçlanarak kapatmak zorunda iseler, fazla veren ülkelerin de bu fazlaları borç olarak kullandırmaları, yani yatırıma dönüştürmeleri gerekiyor. Bu kural, Çin için de geçerli. Çin'in önümüzdeki yıllarda yabancı ülkelerdeki yatırımlarını, bu arada en büyük ticari ortağı olması sıfatıyla da AB Bölgesi'ndeki yatırımlarını arttırması son derece mümkün. İkincisi, ekonomisi büyük ölçüde ihracata dayalı Çin'in büyümesinin, AB ekonomisinin büyümesine bağlı oluşu. Dolayısıyla, AB'de krizin derinleşerek top yekün bir resesyona yol açması Çin'in işine gelmez. Böyle bir durumda euronun istikrarını korumak da güçleşecektir ki, dolara karşı alternatif rezerv para arayışında olan Çin bunu hiç istemez. Üçüncü neden, Çin'in AB'nin çevre mevzuatı ve anti-damping uygulamalarından etkilenen ihracatıdır. Çin, pazar ekonomisi statüsünün AB tarafından tanınmasıyla, bu konularda yöneltilen suçlamalardan kurtulmayı hedeflemektedir. Sonuncu neden ise, AB tarafından 1989 yılındaki Tiananmen Meydanı katliamından bu yana uygulanan silah ambargosundan kurtulma isteğidir. Ancak Çin'in yardım karşılığında olsa bile gerek pazar ekonomisi statüsünü elde etmesi gerekse de ambargoyu kaldırtması zordur. Zira AB, ABD'yle mutabık kalmadan bu konularda tek taraflı karar almaz.

ABD, Çin'in son yıllarda hızla artan silahlanmasının Doğu Asya ve Pasifik'teki Amerikan varlığına yönelik olduğunu belirterek; AB'nin, Uzakdoğu'da barış ve güvenliğin teminatı ABD'yi askeri yönden zayıflatacak adım atmayacağından emin olduğunu ifade etmiştir. Kaldı ki, AB içinde İngiltere, Polonya ve Çek Cumhuriyeti ambargonun kaldırılmasına karşı olup, bu konudaki gerekçeleri insan hakları ihlalleri ve güvenlik konularına dayanmaktadır.

Dünyanın en zengin ülkelerini barındıran Avrupa'nın bir gün gelişmekte olan bir ülkeden yardım isteyebileceği kimin aklına gelirdi? Amerikan Marshall yardımıyla İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ayağa kalkan Avrupa'yı bu defa Çin içine girdiği borç krizinden kurtarabilir mi?

Gelişmeler bunun gerçekçi bir düşünce olmadığını gösteriyor. Sarkozy'nin Çin'den yardım istemesi, Fransız muhalefetinin tepkisini üzerine çekmekte gecikmedi. Fransız Sosyalist Partisi işçileri köle gibi çalıştıran ve kapitalizmin kurallarını ihlal ederek kalkınan bir ülkeden yardım istemenin koskoca Avrupa'yı küçük düşürdüğü görüşünde. Sosyalist eskisinin kapitalizm uygulaması da herhalde böyle oluyor. Tam da bir zamanlar ağababalarının uyguladığı şekliyle; vahşi kapitalizm.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016