Gövdeyi de yorganı da büyütmek

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Her geçen gün, dünyanın mevcut düzeninin eskidiğini, sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Oldukça farklı özellikler taşıyan, farklı unsurların ve yaklaşımların ağırlıkta olacağı yeni bir küresel sistemin, tamamlanması zaman alsa da, öncü sinyalleri yaygınlaşıyor. Ancak unutulmamalı ki bu değişim, bütün aktif oyuncuların da otomatikman değişeceği anlamına gelmiyor. Değişimin bilincinde olan ve ona uyum sağlayanlar, sorunlarıyla yüzleşip hızla çözüm geliştirenler avantaj kazanacak. Bunların içinde bugünün gelişmiş ülkeleri de olacak, gelişmekte olan ülkeleri de. Hangi grupta yer alınacağı, bu uzun belirsizlik sürecinde neler yapılacağına bağlı. Türkiye'nin şansı, tarihsel olarak mutfağını düzeltmeye nisbeten erken başladığı bir dönemde bu sürece girmiş olması. Ne var ki sadece hatalardan kaçınmanın yetmeyeceği, sadece konjonktüre ve jeopolitiğe güvenerek ön alınamayacak bir süreç bu. Daha da önemlisi sadece niceliksel büyümenin de kritik bir anlam ifade etmeyeceği bir süreçten sözediyoruz.

Depremin açık ettiği

Artmakta olan bölgesel rolümüz ve küresel karar süreçlerinde daha çok yer ve bilgi sahibi olmamız güzel olsa da, şekillenecek yeni düzende hangi gruba gireceğimiz bakımından belirleyici değil. Aksine hangi gruba gireceğimiz, söz hakkımızı ve yerimizi belirleyecek. Bu açıdan bakınca, kapsamlı değişim sürecini bir fırsat sayarak tazelenen umutlarımızı günlük toplumsal yaşamda gözlediğimiz pek çok gelişme gölgeliyor.

Geçen hafta toplumca uğradığımız bir büyük, bir de küçük iki sarsıntı bunun en iyi örneği. Birincisi Van depremleri ile açıkça ortaya serilen kurumsal yapı bozukluğu ve hesap verme/denetim sistemlerinin geriliği, bu konulardaki ihmalin aynen sürmekte oluşu. Teknik olarak standartların en açık ve kolay belirleneceği böyle bir alanda bile gelişme göstermeyişimiz, pek çok defa refah ve gelişme yarışında en temel engelin kurumsal ve kültürel altyapı sorunları olduğuna dair yargımızı acı şekilde doğruluyor. Sistem, saydamlık ve sorumluluk bağlamında toplumsal zihin kodlarını değiştirip dönüştüremezsek belli ki işimiz zor. Çok daha yüksek şiddette depremleri çok daha az can kaybı ile atlatan Japonya'da bile ülkenin ekonomik gücü ve rekabetçiliğinin nasıl zarar gördüğü ortada oysa. Üstelik bizim birinci grup ile kapatacağımız mesafe ve son büyük depremden beri geçirdiğimiz zaman bunca uzunken.

Tesadüfi başarı özlemi

İkinci gelişme de, süreçlere değil tekil olaylara aşırı önem atfetme hastalığımızın etkisiyle birkaç haftadır gündemin baş sırasına oturttuğumuz bir milli futbol maçında kendi sahamızda uğradığımız hezimet ile ortaya çıktı. Her alanda olduğu gibi uzun erimli bir stratejik planın, analitik yöntemlerle oluşturulmuş bir sistem yaklaşımının, açık ödüllendirme cezalandırma mekanizmalarının noksanlığını dert etmiyoruz da, tek bir karşılaşmada rakibin hatası ile ya da şansla gelecek bir galibiyetin olmayışına hayıflanıyoruz. Hem de sorunları örterek çözümü gecikterecek bir tesadüfi zafer ihtimalini güçlendirmek için en öndeki ülkelerden daha yüksek hatta astronomik primler de vaadediyoruz. Oysa belli bir zaman planı için belirlenmiş hedeflere göre yapılacak bir altyapı yatırımı ve sorumluluk tayini ile hem daha makul maliyetle hem de sürekli bir başarı yakalanacağını düşünmüyoruz.

Ekonomide de durum aynı. Ne zaman, sadece jeopolitik konumumuza ve konjonktür fırsatlarına güvenmekle kalmayıp mutfağı düzeltmeye başlarsak başarı o zaman geliyor. Yeni dünya düzeninde durumu en fazla sarsılacak blok olarak görünen AB'nin zayıf halkalarında, sözgelişi Yunanistan ve İtalya'daki sorunun, yani krizin esas nedeninin ne olduğu irdelenirse milli gelirin yüksek olmasının ya da sosyal devlet harcamalarının gücün de, hastalığın da göstergesi olmadığı, asıl zaafın içsel ve yapısal dinamiklerde olduğu anlaşılıyor. Sözgelişi, neden Almanya'da ya da İsveç'teki sosyal devlet yaklaşımı kriz doğurmuyor da, Yunanistan ve İtalya'daki sosyal devlet kriz doğuruyor sorusunun cevabı da burada olmalı.

Çözüm nicelikte değil

Sözün kısası, eğitim düzeninden her düzeydeki yönetim anlayışına kadar bir sistem, verimlilik ve kalite standardı hakim kılınmadıkça, nicelik büyümeleri sürekli kılınamıyor. Yani sadece ayakları ya da gövdeyi uzatmak yetmiyor, yorganı da büyütmek gerekiyor.

Mevcut zenginlik düzeyleri bizim üç katımıza varan ülkeler bile bu gerçekle yüzleşmek zorunda olduğuna göre, bundan süratle ders çıkarıp mutfak düzenlemesine hız vermek gerek. Bunu da hesap sormayı boşveren, performans hedefleri belirlemeyen, yüksek standardı hedeflemeyen, anadilini bile düzgün kullandırmayı özendirmeyen bir kültür altyapısı ile başaramayacağımız açık.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019