Görünüm ve Beklentiler
Türkiye ekonomisinin genel görünümüne bakıldığında ekonomik faaliyetlerdeki toparlanmanın devam ettiğini, işsizlikteki kademeli düşüşün sürdüğünü, krediye erişim imkanının arttığını ve bu gelişmeleri destekleyen faiz oranlarının düşük seyrini sürdürdüğünü görmekteyiz.
Ekonomik faaliyetlerdeki toparlanma özel sektör tüketim harcamaları ile hız kazanırken, TCMB, özel tüketim talebinin yılın ikinci çeyreğinde kriz öncesi düzeyini aşmasını beklediğini belirtiyor. Buna karşılık yatırım talebindeki toparlanma sürmekle beraber kriz önceki seviyelerinin gerisinde. Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranlarında da azalma görülüyor: Mayıs 2010'da %12'ye gerileyen işsizlik, Nisan 2009'da %14,9 ile tepe noktasında idi. Reel ücret ödemeleri de yeniden artış eğilimine girdi ancak kriz öncesi seviyelerinin altında seyrediyor. Yurt içi talepteki toparlanmaya, işgücü piyasasındaki istikrarlı eğilime ve tüketim harcamalarındaki artışa paralel olarak kredi hacmi de belirgin olarak artıyor; ilk yarı yılda kredi büyümesi %14 olup, yıl sonu %20'in üzerinde gerçekleşecek. Konut ve ihtiyaç kredilerinde ilk yarıyıl büyümesi %16 olup, bu eğilim devam ettiği sürece 2010 sonunda yıllık %30 büyüme oranına yaklaşılabilecek.
2011'de de büyümenin ana unsurunun tüketim talebinden ve işsizlikteki kademeli düşüşten gelmesini beklemekteyiz. Tarihi olarak en düşük seviyelerine gelen faiz oranları büyümeye destek olacak. Merkez Bankası 2010 yılında ve muhtemelen 2011 yılında faiz oranlarını yatay bırakacak.
Yurt dışında ise seviyesi ve zamanlaması ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte gelişmiş ülkelerde 2011 yılından itibaren planlanan mali sıkılaştırma ile birlikte dezenflasyonist bir ortam oluşacak. Faiz artırımı gelişmiş ülkelerde uzak bir olasılık. Ayrıca yüksek işsizlik, finansal kurumların bilançolarındaki sorunlar, kredi hacimlerindeki artışın zayıf seyri, ABD'de konut piyasasındaki sorunların sürüyor olması toparlanmayı sınırlayabilecek. Başlıca merkez bankaları da finansal sisteme yeterli likiditeyi sağlayarak ve tahvil alarak uzun vadeli faizlerin düşürülmesi yolu ile ekonomik büyümeye yardımcı olmayı sürdürecekler.
Türkiye açısından ne bekliyoruz? 2010 yılında yıllık reel büyüme artışının geçen yılın düşük bazının etkisiyle %5,5-%6,2 arasında olmasını, 2011 yılında ise yıllık %4 seviyelerinde bir büyüme bekliyoruz. Özel sektör talebi kademeli olarak toparlanmaya yardım edecek. Ancak dış ticaret açığının büyümesi ile net ihracatın büyümeye katkısı sınırlı kalacak. 2011 yılında dış talebin nasıl seyredeceği önemli bir belirsizlik faktörü.
Zira ihracatımız toparlanmakla birlikte, artışlar geçtiğimiz yıldaki küçülmeyi telafi edemedi: İhracat Ocak-Haziran 2009 döneminde yıllık %31 gerilerken, bu yılın ilk altı ayındaki yıllık artış ise %15. İç pazara yönelik üretim yapan sektörler daha iyi performans gösteriyor: Sanayi üretiminin ilk altı aylık büyümesi %16; geçtiğimiz yıl aynı dönemde %19 küçülmüş idi. Ocak-Haziran verilerine göre sektörleri incelediğimizde bazı dikkat çeken noktalar ise şunlar: Kapasite kullanım oranları genel olarak artış trendinde ancak halen 2008 değerlerinin altında. Buna istisna tekstil, kısmen giyim, radyo-tv sektörlerinde kapasite kullanım oranları artmış görülmekle beraber, üretim azalmış dolayısıyla Türkiye'nin toplam kapasitesi azalmıştır. Kimya, makine techizat, elektrikli makina, mobilya, plastik-kauçuk üretimleri artmış durumda. Uluslararası konjonktürel etkiler de ihracatı etkiliyor; 2008 göre; ana metal sektöründe ihracat miktarındaki düşüş %5 iken, fiyatlar %31 gerilemiş. Gıda da ise ihracat miktarı %8 artarken, fiyatlar %17 gerilemiş. İhracatın üçte birini oluşturan motorlu taşıt, giyim/tekstil sektörlerinde ihracat fiyatı takriben 2008'in %7 altında.
Enflasyon da ise talep baskısının kısıtlı olması ve TL'deki güçlü seyrin, fiyatlardaki yükselişi sınırlamasını bekliyoruz. Ancak özellikle gıda fiyatlarındaki belirsizlik tahmin yapmayı güçleştiriyor. Bunun dışında seçim öncesi hükümetin belirgin mali gevşemeye gitmesi enflasyon beklentilerini artırabilir ve TCMB de beklentileri stabilize etmek için faiz artırımına gidebilir. Beklentimiz; 2011 yılında %6 seviyesinde bir enflasyon oranı.
Dış dengelere bakıldığında ise; ilk altı ayda ithalattaki artış, ihracat artışının 2 katı, bu da ekonomik büyümenin iç talep kaynaklı olduğunu teyit ediyor. Beklentimiz 2010 sonunda 33 milyar $ cari işlemler açığı olacağı yönünde.
Cari işlemler açığının artması sermaye girişlerinin kompozisyonuna ilişkin tartışmaları da beraberinde getiriyor. 2010 ilk altı ayında geçen yıla göre doğrudan yabancı yatırımların gerilediğini buna karşılık portföy yatırımlarının (hisse senedi+borç senetleri) arttığını görmekteyiz. Bankacılık sektörü ilk yarıda nette borçlanmasını artırırken (3.3 milyar $), özel kesim ise borç ödemeye devam ediyor (-4.6 milyar $). Ocak-Haziran 2009'da ise bankalar nette 5.1 milyar $ dış borç ödemesi gerçekleştirmişlerdi. Doğrudan yatırımların cari işlemler açığını karşılama oranı ise %11 ile düşük seviyelerde. 2009'un aynı döneminde düşük cari işlemler açığının etkisiyle bu oran %50 idi. Söz konusu oranın düşük seyri ve faiz oranlarında artış beklenmemesi uluslararası piyasalarda risk algısının bozulması durumunda olabilecek sermaye çıkışları karşısında TL açısından risk doğurabilir mi? Böyle bir durumda da destek sağlam YP mevduattan gelecek.
Piyasalara baktığımızda ise yurtdışı piyasalardan kaynaklanacak ciddi bir bozulma olmadığı sürece düşük faiz ortamı, düzeltmelerle birlikte, hisse senedi piyasalarını desteklemeye devam edecek gibi görünüyor. Tahvil bonoda enflasyonun düşmeye devam edeceği beklentisi de faizi baskı altında tutacaktır. Geçtiğimiz dönemlerde yatırım ürünlerine olan talebin düşük seyretmesinin nedeni yüksek reel faiz idi. Reel faiz tarihi düşük seviyesi olan %1'i gördü ve piyasa faizinin tek hanede kalacağı beklentisi sürecek gibi görünüyor. Bu durum başta nitelikli fonlar olmak üzere yatırım ürünlerine olan talebi öncekinden daha hızlı bir eğilim ile artıracaktır.