Gordion Düğümü çözüldü!
Son bir haftadaki gelişmeler üzerine yorum yapan hemen herkesin ortak noktası İngiltere Başbakanı Gordon Brown'ın (ki kendisi Blair döneminde maliye bakanı idi) son derece pragmatik, uygulaması nisbeten kolay ve kamuoyunun benimseyeceği bir kurtarma planı oluşturarak bir anlamda Dünya'yı büyük bir krizin eşiğinden kurtardığı yönünde oldu. Hatta, bu seneki Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanan akademisyen ve New York Times gazetesi yazarı Paul Krugman ödülü kazandığı duyurulmadan önce yazdığı pazartesi günkü yazısında veciz bir benzetme ile Gordon'un Gordion Düğümü'nü çözdüğünü ifade etmişti. (Bilindiği gibi "Gordion Düğümü" çözenin dünyaya hükmedeceğine inanılan ve neticede bir kılıç darbesiyle ikiye bölünerek Büyük İskender tarafından kesilen ve metaforik olarak da zor problemlerin pratik bir şekilde çözümlendiği durumları belirten bir deyim olarak kullanılan mitolojik bir düğüm.) Buna karşılık da gene herkes ABD Hazine Bakanı Paulson'un ideolojik davranıp "batacak olan batsın" mantığı içerisinde Bernanke'ye dahi karşı çıkarak Lehman Bros.'un batışına izin vermesinin krizi tırmandıran bir davranış olduğu konusunda hemfikir.
Brown son günlerde piyasaları neredeyse kilitlemiş olan sermaye, likidite ve fonlama konularına önemli çözümler getirdi. Birinci olarak Brown, Warren Buffet'ın Goldman Sachs'a sermaye koyma yönteminden de biraz esinlenerek, sermayesi erozyona uğramış olan bankalara ellerindeki toksik varlıkları satın almak sureti ile değil, doğrudan sermayelerine katılarak destek verilmesini sağladı. (Atlantik'in öbür tarafında Paulson ise başından beri TARP adı verilen kurtarma planında toksik varlıkların bankalardan doğrudan satın alınmasını savunuyordu. Halbuki bu yaklaşım bankaların sermaye sorunlarını çözmediği gibi söz konusu varlıkların hangi yöntemle, hangi zaman diliminde ve en önemlisi kaç paradan geri alınacağı sorularının cevabını vermiyordu.) Tercihli hisse senedi (preferred stock) şeklinde yapılacak olan 50 milyar sterlinlik sermayelendirmenin karşılığında İngiliz hükümeti bankaların üst yöneticilerinin prim ödemelerinde ve dağıtılan temettülerde kısıtlamaya gitmelerini, öte yandan konut ve KOBİ kredilerinde ise kısıtlayıcı olmamalarını istiyor. Ayrıca bankalar tercihli hisse senetlerine senede %12 gibi bir oldukça yüksek bir faiz ödemek zorundalar. Hemen devreye sokulan bu tedbir sonucunda RBS bankasına 20 milyar sterlin, Lloyds bankasına ise 17 milyar sterlinlik sermaye yardımı yapıldı bile. Böylece İngiliz devleti RBS'in %60'ına, Lloyds'un ise %40'ına sahip oldu.
Brown ikinci olarak likidite sorununu çözmek için "özel likidite planı" (special liquidity scheme) kapsamında piyasaya swaplanan fon miktarını 50 milyar sterlinden 200 milyar sterline çıkardı. Üçüncü olarak da fonlama probleminin çözümü için finansal kuruluşların piyasalardan sağlayacağı dış kaynakların 250 milyar sterline olan kadarını garanti altına alma taahhüdünde bulundu. Bu bankalararası para piyasasındaki kilitlenmeleri de ortadan kaldıracak bir tedbir. Son olarak da mevduat sigortası limiti de 50 bin sterline çıkardı. Her ne kadar bazı şemsiye garanti getirmiş ülkelerle karşılaştırıldığında bu limit düşük kalmış gibi gözükse de, artık herkes devletlerin tüm mevduatlara zımni olarak da olsa tam güvence vermekte olduğunu biliyor.
İngiltere hükümetinin aldığı bu tedbirlerin benzerlerinin ABD ve AB hükümetleri tarafından da benimsendiğini ve süratle uygulamaya konulmakta olduklarını görüyoruz. Böylece artık piyasalardaki kriz ortamının çözülme noktasına geldiğini söyleyebiliriz. Ancak bu hiç de problemlerin bittiği anlamına gelmiyor. Bütün bu acil devlet yardımlarına ve sermayelendirmelere rağmen önümüzdeki dönemde bankacılık ve finans kesiminde önemli bir daralma yaşanması ve bu durumun da reel sektör üzerinde ciddi menfi etkilerinin olması kaçınılmaz olacaktır. Durum hakkında bir perspektif vermek gerekirse son tahminlere göre ABD'de sadece bankacılık kesiminin bilanço zararlarının 500 milyar doları aşması bekleniyor. (Konut kredisine dayalı enstrümanlardan kaynaklanan fiyatlama zararı ise 1 trilyon dolar mertebesinde.) Ekonomideki soğumayla birlikte diğer sektörlere verilen kredilerden ekstra zararlar yazılması da gündeme gelecektir. ABD hükümeti ise şimdilik TARP planının sadece 250 milyarlık kısmını yeniden sermayelendirmeye ayırmış vaziyette. Yani, bütün bu tedbirlere rağmen ABD bankalarının sermayelerinde azalma yaşanabilir. Bu durumda da değil piyasaya taze kredi sağlanması, olan kredilerin daha da kısılması söz konusu olabilecektir.
Evet kriz bir ölçüde çözüldü ama resesyon ise yeni başlıyor!