GOP’lardaki satışların suçlusu kim?
FED’in tahvil alımını azaltma programını açıkladığı geçen Mayıs ayından beri gelişmekte olan ülke paraları üzerinde zaman zaman alevlenen güçlü bir satış baskısı olduğu herkesin malumu. Bu bağlamda, Türkiye’nin de aralarında olduğu bazı gelişmekte olan piyasaların (GOP’lar) daha negatif ayrıştığı görülmekte. Türkiye’nin bu negatif ayrışmasında her ne kadar artan siyasi belirsizliklerin bir payı olsa da, dış borçluluk, döviz rezervi ve cari açık gibi kriterlerde mercek altındaki diğer ülkelerden daha kötü bir noktada olduğumuz da yadsınamaz. Öte yandan, oldukça paradoksal bir şekilde, göreceli olarak daha derin ve likit finansal piyasalara sahip olmamız nedeniyle, diğer GOP’lara göre daha fazla satış yediğimiz de bir gerçek. Geçtiğimiz günlerde, gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı bu durumun sebepleri konusunda 4 ünlü ekonomistten 3 farklı görüş ortaya atıldı. (Söz konusu “ekonomi” bilimi olunca, böyle görüş ayrılıkları olması hiç de şaşırtıcı değil!) Şimdilerde Hindistan Merkez Bankası’nın başında bulunan eski IMF Başekonomisti Raghuram Rajan bu durumdan doğrudan FED’i sorumlu tutarak, nihayetinde Dünyanın rezerv parası sayılması gereken dolara yönelik politikaların diğer merkez bankaları ile eşgüdümlü bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini (nitekim 2008 krizi sonrasında global parasal genişlemenin böyle bir koordinasyona dayandığını), ancak Fed’in bu sefer tamamen başına buyruk hareket ederek, gelişmekte olan ülkeleri zor duruma soktuğunu vurgulamakta. FED’in değişen politikaları ile birlikte para akımlarının yön değiştirmesi karşısında ise gelişmekte olan ülkelerin “piyasa fi yatları”nın (döviz kurları) kendi kendine düzeltme yapmasını bekleme lüksü olmadığını çünkü gelişmekte olan ülkelerin ekonomik temellerinin çok da sağlam olmadığını da ekliyor Rajan.
Diğer taraftan Dani Rodrik (Arvind Subramanian ile birlikte) ise GOÜ’lerin bugün ağlamaya hakkı olmadığını, Dünyada bol paranın hakim olduğu son 10 senede bilerek ve isteyerek bu paraların ekonomilerini hormonlu bir şekilde büyütmelerine seyirci kaldıklarını vurguluyor. Rodrik ancak FED’in uyguladığı ultra-gevşek para politikası sayesinde Büyük Resesyon’un önüne geçilebildiğini, ve ABD’nin Dünya ekonomisinin de lokomotifi olduğundan hareketle GOÜ’lerin aslında FED’e müteşekkir olması gerektiğini iddia etmekte. Ayrıca, kriz sonrasında GOÜ’lerin para politikalarını gevşetmelerinin arkasında gelişmiş ülke para otoriteleriyle yapılan bir işbirliğinin değil, tamamen söz konusu ülkelerin kendi çıkarlarının olduğunu iddia etmekte. Rodrik’e göre bu “mazlum edebiyatı”nın başka tutarsızlıkları da söz konusu. Örneğin, bu ülkeler tamamen kendi saikleriyle “fi nansal küreselleşmeyi” benimsemiş bulunmaktalar. (Evet, son zamanlara kadar IMF sermaye hareketleri serbestisinin en büyük savunucusu idi, ancak bu konuda hiçbir ülkenin de boğazını sıkmadı. Nitekim, pek çok Uzak-Doğu ülkesi özellikle 98 krizinden beri çok daha ihtiyatlı bir yabancı sermaye politikası izlemekte.) Rodrik’e göre bugün sermaye dengesi açısından zayıf durumda olan ülkelerin hepsi zamanında kendi paraları üzerinde ufak bir baskı bile olunca, daha çok para çekebilmek için yabancı sermaye girişini daha da cazip hale getirecek önlemler almaktan imtina etmediler. Türkiye gibi büyümesi neredeyse tamamen sıcak paraya dayanan ülkelerde politika belirleyicileri ekonomilerinin dışsal şoklara ne kadar dayanıklı hale geldiği şeklinde masallar anlattılar. Kısacası, bugün zor durumda olan GOÜ’ler aslında kendileri ettiler, şimdi kendileri buluyorlar. Artık bu ülkelerin şu gerçeği iyi bilmesi gerekiyor: Finansal küreselleşmenin nimetleri olduğu kadar ekonomideki oynaklıkları artıran ve başka ülkelerin para politikalarının etkisine açık bırakan bir tarafı da var.
Paul Krugman ise asıl sorunun “uzun dönemli durgunluk” (secular stagnation) olgusu karşısında yeterli tepkiyi vermemiş olan (ve hâlâ da vermemeye devam eden) gelişmiş ülkelerden kaynaklandığını düşünüyor. Krugman’a göre gelişmiş ülkelerin ekonomi politikaları bu şekilde devam ederse, balon-durgunluk (boom and bust) döngüsünün giderek daha kısa aralıklarla tekrarlanmaya devam ettiğini göreceğiz. Ve, küresel bir fi - nansal sistem içerisinde GOÜ’lerin de bu durumdan etkilenmemesi imkansız.
Şahsen, bu 3 görüşün birbirleriyle çok da çelişmediğini ve hepsinde de önemli doğruluk payları olduğunu düşünmekteyim.