Gölge Yazarlar Fabrikası fikri kimindi?

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Cemal Süreya’yı 1990 yılının Ocak ayında kaybetmişiz. Tam 29 yıl olmuş. Onunla ilgili söyleyecek, anlatacak/anlatamayacak o kadar çok şey biriktirmişim ki… Sık sık anımsıyorum. Hava sıcak, soğuk demeden Kadıköy vapurunun kenarına oturup az mı birbirimize içimizi dökmüşüz. Hatay Restaurant’a Tevfik Akdağ ve Tuğrul Tanyol’la birlikte kara kışa bakmadan gidip Cemal Süreya’nın Cuma Masası geleneğini başlatmamış mıyız? Unutmak mümkün mü onun sohbetlerini, korkularını, sevgilerini, ince esprilerini… Çoğunu hiçbir zaman yazamayacağım, ama bir Cemal Süreya portesi için ipuçları verebilecek kimi satırbaşlarını da aktarmak istiyorum 29 yıl önceki gibi soğuk bir Ocak akşamında. Bakın nasıl bir adamdı Cemal Süreya:

“Her ölüm erken ölümdür”, demişti…

Yalnız şiirleriyle değil, çevirileri, düzyazıları, engin hoşgörüsü ve aşklarıyla da tarihe geçmişti.
Her zaman bir prens gibi yaşamayı tercih etmiş, kurbağa olduğu günlerde de bir gün olsun bu duygusunu kaybetmemişti.

Müdürlüğünü yaptığı Darphane’de ayrılırken pantolonunun duble paçalarına bulaşan altın tozlarını silkeleyip çıkmıştı…

Hayalleri okyanuslar kadar engindi. Hep yazılmayanı yazıp söylenmeyeni söylemek istemişti. Hiç reklam metni yazmamıştı, ama bulduğu “taklitlerimizden asla sakınmayınız, onlar da en az bizim kadar iyidirler” sloganıyla pek övünmüştü.

“Gölge Yazarlar Bürosu” açıp ısmarlama yazılar yazmak, projelerinden bir diğeriydi. Profesörlük tezleri, mezar taşı yazıları, aşk şiirleri gibi konular, aslında ısmarlanan yazıyla ilgili her şey, bu büronun işleri arasında olacaktı.

“Aaabi” diyordu “Avrupa’da en fazla Mercedes Türkiye’de varmış. Şimdi, hemen bir Mercedes kitabı yazacaksın, Mercedes’i olan herkes almak zorunda kalacak, çok para kazanacaksın…”
Para kazandıracak projeleri birbiri ardına üretmesine rağmen hiçbirini yapmamıştı; belki üşenmişti, ama en önemlisi paraya çok fazla önem vermemişti…

Gustave Flaubert’in “Education Sentimentale”ini herkes “Duygusal Eğitim” olarak çevirirken o, “Gönül ki Yetişmekte” diyerek dile hâkimiyetini o kitapta da göstermişti.

1954-1980 arasında, yani 26 yılda 28 ev değiştirmiş ve bunu şiirleştirmişti. 80’den sonra övündüğü bu hızı düşmüştü, ama aynı kaderi sürdürmüştü. Son yıllarında, Kadıköy’de, iskeleye en yakın evde oturan edebiyatçı olmakla övünmüştü.

Annesi o küçücükken ölmüştü; bunu anlattığı şiirinin ikinci dizesinde unutulmayacak sözcükleri bir araya getirmişti: “Beni öp, sonra doğur beni.”

Babası Hüseyin Seber’i de (Süslü Hüseyin) anlatmıştı şiirlerinde: “Sizin hiç babanız öldü mü / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum.” demişti.

Kalemiyle geçinmesine rağmen, yayınlanmış yazılarının, çevirilerinin parasını bile istemeye çekinmişti…

Oğluna, ağabeyi Memo’nun adını vermişti. Onu her şeyden çok sevmiş; savrulduğu yanlış yollardan kurtulması için son ânına kadar mücadele etmişti. Ölümünden kısa bir süre sonra da o kadar özlemiş olmalı ki Memo’yu da yanına alıvermişti…

Evliliklerini ve aşklarını, gizemli ve fırtınalı iç dünyasını: “İki şey üstüste / Aşk ve Şiir / Mutsuzluklarla beslenir biri / Biri ona dönüşür” ve “Karnemde sevinç sıfır aşk iki” diye özetlemişti.

“Şelaleye düştü zeytinin dali / Celaliyim celalisin celali” diye iki dizeye sığdırmıştı binlerce sayfada anlatılabilecek bir tarihsel olayı.

“Hayat kısa, kuşlar uçuyor” demişti; bu dört sözcük, neredeyse bir slogan gibi bugün de sosyal medyada dolaşıp duruyor...

Son günlerinde birkaç dize daha yazmış, “üstü kalsın” demiş ve kalan ömrünü bir bahşiş gibi bırakıp bu dünyadan geçip gitmişti…

Onu da kaybettiğim edebiyatçı dostlarım gibi çok, ama çok özlüyorum…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar