Göl maya tutmuyor!..

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Geçtiğimiz haftanın genelinde yaşanan gelişmelere baktığımızda belirsizlik ve kırılganlığın azalmadığı görülebiliyor. Bu kanaate itiraz edecek olanların düşünmesi lazım: Eğer durum böyle olmasa idi. ABD Merkez Bankası tahvil alımı yolu ile 1 trilyon dolar kadar ek likidite vermek kararı alır mıydı? Veya Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tam puanlık yeni bir faiz indirimine gider miydi? Ayrıca kısa vadede durumun daha kötüye gitmesini frenlemek adına devreye sokulan önlemlerin orta vadeli maliyetleri ne ölçüde hesaba katılıyor?

Küresel düzeyde finansal piyasalarda yaşanan gelişmelere baktığımızda görüntü pek iç açıcı değil. Sermaye piyasalarının toparlaması, bu yolla bilançoların rahatlaması ve kredi açmazının çözülmesi için yapılan zorlamalar yeterli olmadı. Dow Jones endeksi 7400 seviyesinin üzerine çıktı fakat tutunamadı. Federal Reserve'nin son hamlesi güven bunalımını aşmak için yeterli olmadı, sermaye piyasalarında olumsuz eğilim değişmedi fakat bu kez döviz piyasaları karıştı; doların diğer tüm paralara karşı değer kaybetmesi ve hammadde fiyatlarını sıçratması yatırım ortamındaki olumsuzlaşmanın devam ettiği kanaatini güçlendirdi. Olumsuzluğu sınırlamak adına yaratılan ortam, riskleri azaltmak için fırsat olarak görülmeye devam etti. Ayrıca ABD'de açıklanan enflasyon rakamları bundan sonrası için çok daha dikkatli olunması gereğini açığa çıkarmaya başladı. Kredi piyasasını çözmek ve devamında ekonomiyi canlandırmak için yapılanlar daralmayı önleyemez fakat fiyatların yönünü deflasyonistten enflasyoniste çevirir ise finansal piyasaların durumu ne olur? Bu risk oldukça yüksektir ve risk almaktan kaçınma eğilimlerini devam ettirecek en önemli sebeptir; başka bir deyişle Merkez Bankası aksiyonlarının sıkıntıların büyümesine tepki olarak aşırıya kaçmasının orta vadeli sonuçları çok dramatik olabilir! Zira önlemler, denize düşenin yılana sarılması deyişindeki çaresizliğin dışına çıkamadı, bugünkü koşulların altı ay, bir yıl öncesine göre daha iyi olmadığı gerçeği değişmedi...

Ülkemizdeki etkili ve yetkili kesimler ise tam anlamıyla bir hayal dünyasında yaşıyor ve bunların gerçek olduğuna inanmaya ve başkalarını inandırmaya çalışıyorlar. Tüm umutlarını küresel düzeydeki olumsuzlukların bir an önce sonlanması ve iki yıl önceki likidite bolluğunun geri gelmesine bağlamışlar, o gün gelene kadar direnip olumsuzluklara katlanmaya çalışıyorlar. Hal böyle olunca ekonomide yaşanan olumsuz gelişmelere kayıtsız ve tepkisiz kalıyorlar ve gerçekçi olamıyorlar. Bu durumda sormak gerekiyor; çaresiz duruma düşmüş dış güçlere bağımlı ve kendine bile güvenmeyen kesimler bu ülkenin sorunlarını çözebilir mi?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası geçtiğimiz hafta yaptığı Para Kurulu toplantısında kısa vadeli faizleri bir tam puan daha düşürdü, yaklaşık altı aydır ciddi yan tesirlere rağmen yüksek oranlı ayarlamalar devam ediyor, hem de daha önceki açıklamaları tekzip ederek! Peşinen yüksek indirimi takip edecek ayarlamaların daha sınırlı olabileceği söylemi artık anlamını yitirdi; belli ki olumsuz koşullar TCMB'nin iradesini yıpratıyor ve onları da yönetiyor. Alınan önlemler yöneten-yönetilen ilişkisinde normalleşmeyi sağlayamıyor. Sormak gerekiyor Türk Lirası'nda değer kaybı, olumsuz dış koşullar ve yeni açılmış dördüncü pakete rağmen neden yüksek oranlı bir faiz indirimine ihtiyaç duyuldu? Veya piyasa neden yüksek oranlı indirim talep etmeye devam ediyor?

Eğer mali sektörde ve kamu dengesinde durum hızla daha kötüye gidiyor olmasa idi ne piyasa ciddi yan tesirlere rağmen yüksek oranlı faiz indirimi talep ederdi, ne de Merkez Bankası böyle bir tercihe mahkum olurdu. Ekonomideki daralma yalnız işsizliği artırmıyor; borç-alacak zinciri kırılıyor ve sorunlu krediler hızla artıyor, talepteki keskin daralma bütçe açığını kontrolden çıkarırken, finansman ihtiyacı ciddi sıkıntı yaratacak boyutlara tırmanıyor. Güven bunalımının daha da derinleşmemesi için BDDK ve TCMB daha esnek bir tavır sergilemek ve orta vadeli sıkıntıya yol açacak yan tesirleri görmezden gelmek zorunda kalıyor, gerçeklerden uzaklaşılıyor ve mali kesim destekleniyor ki onlar da büyüyen kamu finansmanı ihtiyacının sorumsuzca karşılanmasına destek versin...

2009 yılı Ocak-Şubat dönemi bütçe açığının 10.4 milyar TL'ye ulaşarak yılık hedefini yakalaması sürpriz değil. Bankalardaki sorunlu kredilerin de her altı ayda katlanarak artması da sürpriz olmayacak. Ekonomide gelir dağılımı iyice bozulmuş ve orta sınıf tasfiye edilmiş, başta sanayi olmak üzere üreten kesimlerin rekabet gücü kaybı nedeniyle nefesleri kesilmiş ise günü kurtarmak dışında yapacak bir şey kalmıyor. Dış piyasa koşulları düzelene kadar sorunların ağırlaşması pahasına parasal tedbirlerle idare edilsin: BDDK ve TCMB inisiyatif kullansın, mali sektör de yanlış olduğunu bile bile kamuyu desteklemeye ve geri dönüş ihtimali çok şüpheli krediler vermeye devam etsin!.. Bu işin nasıl sonlanacağını öngörebilenler de fırsattan yararlanarak risklerini azaltmaya çalışsınlar...

Olup bitenleri gerçekçi bir şekilde irdeleyince sormak gerekiyor; bu yaşananların serbest piyasa ve demokrasi anlayışı ile herhangi bir ilgisi var mı? Bu yaklaşımlar sorunları çözer mi, yoksa ağırlaştırır mı? Dış piyasa koşulları düzelmeyecek, dalga dalga kötüye gidecek; korkunun ecele faydası olmayacak...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar