Göç, 3. dalga milliyetçilik ve diplomasi

Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA
Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA DIŞ POLİTİKANALİZ [email protected]

Geçen hafta dünya savaşı tartışmasını yazarken en önemli etkenlerden birinin tüm dünyada ama özellikle Avrupa’da yükselen milliyetçilik olduğuna dem vurduk. Küreselleşmenin etkisiyle dünyanın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği iddia edilirken, milliyetçiliğin toplumsal ve siyasal alanda giderek daha fazla alan tutması ayrı bir ikilem yaratıyor.

Avrupa’da yaşanan ilk milliyetçi dalga, 1648 Westfalia Anlaşmaları’yla başlayan ve Fransız Devrimi’nden sonra yaşanan koalisyon savaşlarının etkisiyle zirveye çıkan bir sonuçtu. Bu sayede ulusal egemenlik ilkesi çerçevesinde sınırların ve bu sınırlar içerisindeki toplumların tanımı yapıldı. Bu tanımlar daha fazla toprak, daha fazla kaynak arayışına neden oldu, sömürgecilik anlayışının zirve yapmasını sağladı ve I. Dünya Savaşı’yla sonuçlandı.

İki savaş arasındaki ikinci dalga milliyetçilik ise milliyetçiliğin en aşırı formu olan ırkçılık olarak karşımıza çıktı. Irkçılık ekonomik sorunlarla birleşince çatışma kaçınılmaz oldu. Savaş sonrası sömürgeci anlayışın sürdürülememesi tüm kıtalarda yeni devletler yarattı.

Bu dönem yaşadığımız 3. dalga ise göçmen ve mülteci karşıtlığını hedef alan, milli ve ananevi değerlerini savunan bir anlayıştan kaynaklanıyor. Bu anlayışın yükselmesinde en önemli unsur gelecek korkusudur. Keza yaşam tarzını muhafaza etme isteğinden kaynaklanan bu korku insanları kültürel bir muhafazakarlığa mecbur kılıyor. Bu mecburiyet, 2008 yılından beri düzeltilemeyen küresel ekonominin bölgesel çatışmalarla daha da kötü hale gelmesiyle büyük bir tepkiye dönüştü. Kısaca göçler nedenleri itibarıyla göçmenler için, sonuçları itibarıyla da hedef ülke insanları için güvenlik sorunu haline geldi.

İki dünya savaşının merkezi olan Avrupa’da son 4 yılda yapılan seçimlere bakıldığında göçmen ve mülteci konusunu ana sorun olarak gündemde tutan partiler oylarını hep yükselttiler. Bu durum hala devam ediyor. Son olarak Avrupa’da aşırı sağın oylarını yükselttiğinin tescili Avrupa Parlamentosu ve Fransa seçimleri oldu. Avrupalı seçmenin kaygısı göç almaya müsait olan her yerde fazlasıyla yaşanıyor. Başta Türkiye’de..

AREDA Survey tarafından mayıs ayı için yapılan ankette Türk halkının yüzde 73.4’ü Suriyeli sığınmacıları tehdit olarak görüyor. Mustafa Özbay’ın danışmanlığında yaptığı çalışma, bu rakamı açmak için çok önemli veriler sunacak. Özbay, Suriye’den gerçekleşen göçlerin yarattığı güvenlik algısının sektörel ve nedensel analizi için İstanbul’da 720 kişi üzerinde saha araştırması yaptı.

Araştırmada “Suriyelilerin ekonomimize katkısı yoktur” diyenlerin oranı yüzde 77.4. Katılımcıların yüzde 81.8’i gelecekte Suriyelilerle sevinç ve üzüntüde bir olabileceğimize inanmıyor. Suriyelilerin yaşam tarzları/gelenekleri aile yapıları bizim yapımızdan farklı diyenlerin oranı yüzde 79.2 olurken, yüzde 75.7’si Suriyelilerin varlığını yaşam tarzımız/geleneklerimiz ve aile yapımızın korunmasına/devamına olumsuz etkisi olur kanaatinde. Bu veriler 3. dalga milliyetçilik tanımımızı doğrular nitelikte.

Çalışmada “Suriyeliler hangi alanda daha önemli güvenlik sorunu oluşturmaktadır?” sorusuna “Her alanda” diyenlerin oranı yüzde 61.7 olmuş. Suriyelilerin nüfuslarının daha fazla artış oranına sahip olmasını ileride güvenliğimize tehdit olarak görenlerin oranı yüzde 87.2. Ulusal kimliğimizin korunmasına/devamına olumsuz etkisi olacağını düşünenlerin oranı ise uüzde 84 seviyesinde. Son olarak ama en önemlisi, “Ulusal güvenliğimize tehdit olur” diyenlerin oranı yüzde 83 seviyesinde.

Yapılan ankete katılanların yüzde 78’inin üniversite mezunu olduğu düşünüldüğünde sonuçlar az duygusal fazlasıyla gerçekçi bulunabilir. Bunun yanında anketin, İstanbul gibi sığınmacıların nüfusa oranının düşük kaldığı bir ilde yapılmasına rağmen bu sonuçları vermesi dikkat çekici. Bu anketin Kilis gibi sığınmacı nüfusunun kendi nüfusuna eşit olduğu bir ilde yapılması durumunda oranların daha yüksek çıkacağı bir öngörü olmaz.

İşin daha kötü yanı sığınmacıların varlığının provokatif olaylara açık hale gelmesi. Gönüllü bir geri dönüş elbette mümkün. Ancak 2011 yılından bu yana Türkiye'de yerleşik durumda olan Suriyelilerin kaçının ülkesine gönüllü geri döneceği konusunda bir sayı öngörmek zor. İnsanların göç etmelerine sebep olan koşullar değişmediği sürece, ülkelerine dönüşlerinin dayatılması hukuken mümkün değil. Ama bayramı Suriye’de geçirebilen bir kitle için koşulların değişmediğini kendi halkımıza anlatmak da zor.

Gönüllü geri dönüş için Suriye’de insanların güvenlik kaygılarını giderecek mekanizmaların kurulması ve insani ihtiyaçlara ulaşabilmelerini sağlayacak çözümlerin sağlanması gerekir. Görünen o ki bu yapı Suriye’de kısa vadede imkânsız. Bunu Beşar Esad’sız yapmak da kolay değil. O zaman yeni bir diplomasi girişimi çok yararlı olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Trump’ın yeni dönemi 22 Kasım 2024
Ortak Türk Alfabesi 19 Eylül 2024