Global şirket yerli yönetim

Gültekin KARA
Gültekin KARA OTOSTOP gultekin.kara@dunya.com

Geçtiğimiz hafta içinde Mercedes'in kalbi Stuttgart'ta teknoloji merkezinde iki günlük bir sunuma katıldık. Ünlü Alman markanın haklı şöhretini nasıl kazandığına şahit olduk.

Sunumlar dinledik, testlere katıldık. Hatta, Rus gazetecilerle birlikte markanın inovasyon odasında geleceğin otomobillerinin konfor ihtiyaçlarına yönelik bir atölye çalışması bile yaptık.

Gezinin son günü ise Mercedes'in 125 yıllık tarihine ışık tutan ve 150 milyon Euro'ya inşa edilen Mercedes Müzesi'ni ziyaret etme imkanı bulduk.

Özellikle müzede Almanlar'ın dillere destan sanayi ürünü imal edebilme kapasitelerine resimlerle ve üretilmiş makine/otomobillerle şahit oluyorsunuz.

Bir asır önce başlayan sanayileşme ve ihracat hamlesini, bugün Türkiye'de bile üretilemeyen birçok teknolojinin 80 yıl önce Alman mühendisleri tarafından keşfedilip kullanıldığını görünce insan hakikaten aradaki kapanması pek mümkün olmayan farkı anlıyor.

Burada bir parantez açmak istiyorum. Evet, Türkiye üreten bir ülke. Küçümsenmeyecek bir sanayi üretimi mevcut. Lakin bizim yaptığımız üretim, deyim yerindeyse başkalarının bize

Yani bir başka deyişle, biz başkalarının bize ürettirdiği ürünleri, iyi imal ediyoruz. Ya da yüksek katma değerli ürünleri üretenlere, destek veriyoruz.ürettirdiklerinden ibaret.

Mercedes'i gezerken bir kez daha gördüm ki Türkiye, üreten ama yaratımı kısıtlı bir ülke olmaya devam edecek.

Bugün sadece Mercedes'in Ar-Ge departmanında 19 bin kişi istihdam ediliyor. Adamlar, sadece 2009 yılında tek firma olarak 2 binin üzerinde patent almışlar. Buna BMW'nin, Siemens'in, Bosch'un, Bayer'in, Krupp'un ve ismini sayamadığım firmalarınkiler dahil değil. Türkiye'deki patent sayısını yazmak ise içimden gelmiyor açıkçası.

Bu sorununu derinine indiğiniz zaman çok farklı nedenlerle karşılaşıp, farklı yorumlar yapabilirsiniz.

Kendi yorumuma geçmeden önce yine Mercedes'ten bir örnekle devam edelim.

Oturmuşlar, düşünmüşler (bu arada kimsenin hakkını yemeyelim, bütün ana üreticilerin benzer bir sistemi izlediğini de belirtelim) daha iyi otomobili nasıl geliştirebiliriz diye ve belediyelerle, şehircilik fakülteleriyle, mimarlar, inşaat mühendisleri, hava ve deniz sanayi, uzay sanayi, psikologlar, felsefeciler aklınıza gelen ne varsa temasa geçmişler.

Zira, önümüzdeki dönemde insanların neleri tercih edeceklerini tahmin edip, planlarını ona göre yapmaya çalışıyorlar.

Otomobilleri, kullananların gelecekteki ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde dizayn etmeyi hedefliyorlar.

Planlıyor-organize oluyor-üretiyor ve satıyorlar. Hepsinden önemlisi de yukarıda dediğim gibi tüm süreci planlayıp, yönetmeyi de başarıyorlar.

Bana göre bu başarının ardındaki en önemli neden ise analitik düşünebilme yeteneği. Daha doğrusu analitik düşünebilme öğretisi.

Müzenin profesyonel rehberi (ki kendisi ömrünün orada geçtiği belli olan orta yaşın üzerinde bir kadındı) ile geçen bir dialog, analitik bakışın ne olduğuna dair önemli bir somut örnek olacaktır.

Biz- "Bu otobüs Aksaray'da da üretiliyor"

Rehber- "Türkiye'de otobüs mü üretiyorsunuz?"

Biz (biraz da gururla)- "Evet. Hem de Avrupa ve kendi bölgemizin en önemli otobüs üreticisiyiz."

Rehber- "O zaman demir yolu ağınız gelişmemiş demek ki..."

Bu yaklaşımla konuların üzerine gittiğiniz vakit, bir şekilde başarı da geliyor.

Mercedes'ten bize dönelim.

Şirketimiz de Türk Hava Yolları olsun...

Filosunu ve uçuş hatlarını genişleten, bu amaçla pazarlama faaliyetlerine (Kevin Costner, Barcelona, Manchester United sponsorlukları) milyonlarca dolar harcayan bence iyi de yapan THY.

Ama aynı THY, ne hikmetse bir türlü rötar yapmaktan da kurtulamıyor, tehlike atlatmaktan da. Zira, her ne kadar her duruma yönelik planlarımız hazır dense de ve bu planlar gerçekten de mevcut olsa da uygulamayı aksattığınızda, o planları yazdığınız kağıtlar ancak oyuncak uçak olarak kullanılabiliyor. İşler iyiyken en iyi hizmeti veren THY (işim gereği çok seyahat ediyorum ve THY'nin hizmeti hakikaten eşsiz), ufak bir krizde kağıttan kule gibi darmaduman oluyor.

İstanbul'dan Los Angeles'a uçabiliyor, ama salondaki yolcusuna bir şişe su veremiyor. Sorun Türkiye'nin geneliyle aynı. Çünkü, süreci, o sürecin tüm parçalarına eşit olarak odaklanarak yönetemiyoruz. Analitik düşünce eksikliği, neden-sonuç ilişkilerinde tüm taraflara yönelik maksimum faydayı sağlayacak çözümleri üretemiyor.

O yüzden global şirketleri, yerli yönetimlere emanet eden bizlerin aradaki farkı kapatması neredeyse imkansızlaşıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hep bana… 18 Mart 2019
Baskınla olmaz 21 Ocak 2019
Rotası olmayan gemi 07 Ocak 2019
Umuda yolculuk 31 Aralık 2018
Otomobile soğan muamelesi 10 Aralık 2018
Feragat edilmiş 19 Kasım 2018
Nereye koşuyoruz… 12 Kasım 2018
Rica ederim yapmayın 05 Kasım 2018
Kurcalama arabayı 22 Ekim 2018
Çelik bile erir 08 Ekim 2018