Global köyün kavalcısı bizi nereye götürecek?
Sanayi toplumundan sonra bilgi toplumunun insanlığı taşıdığı globalizasyon (küreselleşme) için çok sık yapılan bir benzetim şöyle: Globalizasyon dünyamızı küçük bir köye dönüştürecek!
Bu benzetimin geçerliliğini her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Hatta günlük hayatımızda bizzat yaşıyoruz. Bilişim, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki baş döndürücü hız, bizi bu gerçeğe her geçen gün biraz daha yaklaştırıyor. Daha dijital teknolojiyi yeterince anlamadan Endüstri 4.0 kavramı gündemimizin baş köşesine gelip oturdu. Globalizasyon süreci hızlanarak yoluna devam ediyor.
Evet, globalizasyon dünyamızı küçük bir köye dönüştürecek! Ama bu köyün kavalcısı kim olacak? Bilgi toplumu insanlığı 2000’li yıllara taşırken ne kadar iyimserdik. Bugün ise, kavalcının dünyamızı nereye götüreceği konusunda iyimserlik kadar kötümserlik bulutları da görünüyor ufuklarda.
Biz bu yazımızda iki distopya (anti ütopya) romanındaki konuya ilişkin uyarıları gündeme getirmek istedik. Söz konusu distopya romanları George Orwell’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” (kısaca 1984) ve Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı eserleri. Orwell’in romanındaki köyün kavalcısı muhakkak ki Büyük Birader (Big Brother) olacak. Huxley’in romanındaki kavalcıyı da Cesur Yeni İnsan (Brave New World) olarak kabul edelim.
George Orwell, asıl adı Eric Arthur Blair (d.1903-ö.1950), 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen isimlerinden biri. 1984 adlı romanını 1947 yılında tamamladı. Totalitarizme karşı duruşu başta gelen niteliklerinden biri. 1936 yılında, Hitler ve Mussolini’nin desteğini alan Franco’ya karşı çarpışacak gönüllülere katılarak İspanya’ya giden İngiliz entelektüeller arasında yer aldı. Eserinde ve özellikle de “Hayvan Çiftliği” adlı romanında Hitler, Mussolini ve Stalin gibi despotların dünyasını değil, bu despotları yaratan hırsları ve budalalığı taşlamıştır.
Romanın distopik dünyasında totaliter ve merkezi bir partinin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve onun tüm hayatı manipüle edilmiştir. Herkes Büyük Birader’in denetiminde ve yönetiminde, tüm özgürlüklerinden mahrum edilerek adeta robotlaştırılmıştır. Herkes, “Big Brother watching you” (Büyük Birader Seni İzliyor) söylemiyle tam bir korku ve dehşet dünyasında yaşamaya mecbur bırakılmıştır.
Aldous Leonard Huxley (d.1894-ö.1963) birçok ünlü bilim adamı ve sanatçı yetiştirmiş bir aileden geliyordu. Romanları ve denemeleri ile tanınmış olmasına karşın, kısa hikâyeler, şiir, gezi yazıları, film hikayeleri ve senaryolar da yazmıştır. Parapsikoloji ve mistik temelli felsefelerle ilgilenmiştir.
Burada sözü edilen “Cesur Yeni Dünya” adlı romanı 1932 yılında yayımlanmıştır. Romanın ismi Shakespeare’in bir eserinden alındığı ve burada “cesur” sözcüğünün “güzel” anlamında kullanıldığı göz önüne alınırsa, romanın adının “Güzel Yeni Dünya” olarak anlaşılması daha doğru olabilir.
“Cesur Yeni Dünya” romanının kurgusu 26. yüzyılda geçmektedir. Yazar eserinde günümüzden 500 yıl sonraki dünyayı anlatmaktadır.
Romanın dünyasının cesur (güzel!) insanları, kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak olduğundan “annelik” ve “babalık” pornografik kavramlar olarak görülür. Toplumsal istikrarın güvencesi olan şartlandırma hipnopedya (uykuda eğitim) yoluyla sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur. Herkes çalışır ve herkes eğlenir. Bu dünyada “Herkes herkes içindir.” Bu ütopik dünyada insanlık sağlıklı, teknoloji çok gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir. Herkes eşittir. Tüm ırklar aynı çatı altında değerlendirilir. Ayrımcılık yoktur. Din sorunu yoktur, zira ortada bir din de yoktur. Kısaca bu “cesur (güzel!) yeni dünyada her şey tek tip, mükemmeliyetçi ve kusursuzdur.
Fakat ironik biçimde, tüm bu gelişmeler ve böylesi bir dünyanın gerçekleştirilmesi birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi ile başarılmıştır. Aile, kültürel çeşitlilik, hatta kültürün bizatihi kendisi, din, sanat, edebiyat ve felsefe yoktur bu dünyada. Ama haplar vardır acıları yok edip haz veren. Toplu seks, uyuşturucu, çok eşlilik gayet normaldir. Kitaplarda kasalarda kilitlidir, okunmaz. Zevki önüne gelenle seks yapmakta ve uyuşturucu kullanımında bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür. Durumun distopyası da esasen buradan gelmektedir.
Evet, global köyün kavalcısı kim olacak? “Büyük Birader” (Big Brother) mı yoksa “Cesur (Güzel) Yeni Dünya”mı? Yoksa başka bir kavalcı mı bu işlevi üstlenecek? Her iki alternatif karşılaştırmaya çalışalım.
Distopik romanlarında Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.
Orwell insanların özgürlükleri üzerine uygulanan totaliterizmden korkarken, Huxley insanın nefsinin esiri haline getirileceği bir sistemi daha gerçekçi bir tehlike olarak görmektedir.
Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley ise hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu.
Orwell esaret altında bir kültüre dönüşmemizden, Huxley ise içki alemleri veya günümüzde olduğu gibi televizyon karşısında sihirlenmiş gibi maç, dizi veya yarışmaları seyretmek, bilgisayar başında iskambil falıyla vakit geçirmek veya saatlerce süren chat gevezelikleriyle meşgul olmak gibi şeylerle ömrü tüketen önemsiz ve anlamsız bir kültüre dönüşmesinden korkuyordu.
Orwell, kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek bile duyulmayacağıydı. Zira artık ortada ne kitap vardı ne de kitap okumayı isteyecek kimse!
Orwell bizi bilgiden mahrum edecek olanlardan, Huxley ise bilgi yağmuruyla bizi sapıklıklara sürükleyecek olanlardan korkuyordu.
Orwell’de insanlar acı verilerek ve korkutularak kontrol edilirken, Huxley’de insanlar mutlu edilerek, hazdan mest ve sarhoş edilerek kontrol edilirler.
Huxley’e göre rasyonalistler insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığını hesaba katmamışlardı. Bu gerçek hesaba katıldığında insanlara acı çektirerek onları denetlemek yerine, onları hazza boğarak denetlemek çok daha etkili olacaktır.
Orwell’in kehanetleri ve uyarıları, bize dıştan dayatılan, totaliter bir baskının bize boyun eğdirerek yönlendirilebileceğimiz doğrultusundaydı. Huxley’in görüşüne göre ise insanların özelliklerinden, olgunluklarından ve tarihlerinden yoksun bırakılması için bir büyük biradere gerek yoktur. Zira insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskılardan hoşlanmaya, düşünme melekelerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.
Her iki yazar da gelecek zamandaki dünya düzeni ve yönetim sistemleri üzerindeki tahminlerini distopik romanlarla ortaya koymuşlardır. Huxley bunu 1932 yılında genelde kapitalizmden etkilenerek; Orwell ise 1947 yılında faşizm ve komünizmin totaliter sistemlerinden etkilenerek yaptılar. Her ikisinin de ortak yönü, insanlığın gelecekte bazı güçler tarafından kontrol altına alınıp dejenere hale getirileceğidir. Sadece yöntemler konusunda farklı fikirler öne sürmüşlerdir.
Hangisi haklı dersiniz? Umalım ve dileyelim ki ikisi de haklı olmasın! Öyleyse yeni kavalcılara ve kavallarıyla seslendirecekleri yeni şarkılara ihtiyacımız var.