Global ekonominin geleceği
Evet, bilgi toplumunun global ekonomisine girildi. Gök gürledi, şimşek çakacak ve yağmur yağacak. İnşallah insanlık tarihinin her yeni evresi gibi her şey daha güzel olacak. Bunun için de tüm toplumların, tüm insanların yeni dönemin getirdiği şartlara göre kendilerini hazırlamaları gerekiyor. Bu yeni dönemin rüzgarlarına karşı önlerine duvarlar örüp kendilerini korumaya çalışmak yerine yel değirmenleri kurup bu rüzgarları değerlendirmeye çalışmaktan başka çare kalmıyor. Zira bu rüzgarı durdurmak mümkün olmayacak. İnsanlık tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerek gerçekleştirdiği gelişmeyi, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerek devam ettirecek.
Evet gök gürledi. Bilgi toplumu küresel ekonomisi, yepyeni teknolojileri ve yepyeni oluşumlarıyla dünyamızı sarıp sarmalamaya başladı. Ardından gelecek şimşekleri, yağacak yağmurları en iyi şekilde değerlendirip olası tehlikeleri de mümkün olduğunca ortadan kaldırmak gerekiyor.
En çok sözü edilen tehlike yeni teknolojilerin neden olabileceği işsizlik konusu. Özellikle Endüstri 4.0 alanındaki gelişmeler ve bu konuda geleceğe ilişkin beklentiler işsizlik sorununun büyük önem kazanacağına işaret ediyor. İşsizliğin tüm dünyada neden olabileceği sosyal ve ekonomik sorunlar ön plana çıkarılıyor.
İstihdam konusundaki değişiklikler her dönemde söz konusu oldu ve her zaman büyük önem taşıdı. Sanayi toplumuna girerken, 1700’lü yılların ikinci yarısında, yıllık çalışma süresinin 2 bin 600 saat civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu sürenin 1800’lü yılların ilk yarısında 3 bin 500 saat seviyelerine kadar çıktıktan sonra giderek düşme trendine girdiğine işaret ediliyor. 1900’lü yılların başında 2 bin 700-2 bin 800, 1950’li yıllarda da 2 bin 300-2 bin 400 saat seviyelerine iniyor. Bu düşme trendi ileriki yıllarda hızlanarak devam ediyor. Yıllık çalışma süresi 2000’li yılların başında 1500 saat seviyesine kadar iniyor. Günümüzde de sanayi ülkelerinde yıllık çalışma süresinin 1300-1400 saate kadar indiği tahmin ediliyor. Çalışma süresine ilişkin bu trend ülkeler zenginleştikçe, demokrasi ve sosyal haklara ilişkin gelişmelere paralel olarak çalışma süresi de azalıyor. Bu gelişmenin gelecekte de devam edeceğini, bilgi toplumunun dijitalleşme, robotlaşma, yapay zeka gibi günümüzde E 4.0’a kadar uzanan yepyeni teknolojileriyle hızlanarak devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bu gelişme sürecine baktığımızda artık çalışma süresinin Karl Marx’ın damadı, Fransa Sosyalist Partisi kurucularından Küba doğumlu Paul Lafargue’ın (1842-1911) Tembellik Hakkı kitabında ideal bir toplum için öngördüğü günlük 3 saatlik çalışma süresi ile yıllık çalışma süresinin 365 X 3=1095 saate kadar inmesine fazla bir zaman kalmadığını söyleyebiliriz. Paul Lafargue günlük çalışma süresini 3 saate kadar indirdiği bu değerlendirmesini ideal bir toplum düzeninin gereği olarak kabul ediyor. İnsanların böylece sanat ve kültür faaliyetlerine, hobilerine daha çok zaman ayırarak daha mutlu bir toplum düzeninin gerçekleştirilebileceğini düşünüyor.
Yoksa Paul Lafargue’ın 100 yıl önce öngöremediği günümüz bilgi toplumunun yeni teknolojileri bu süreyi daha da mı düşürecek? Çalışma bir zahmet olmaktan insanların yaratıcılıklarını, inovasyon kabiliyetlerini kuvveden fiile dönüştürme imkanı buldukları bir mutluluk kaynağına mı dönüşecek? Bunları henüz bilmiyoruz ama geçmiş dönemlere göre mümkün alternatifler olarak değerlendirebiliyoruz. Son zamanlarda sıkça telaffuz edilmeye başlanan Helikopter Parası kavramı, İsviçre’de çalışsın çalışmasın herkese belirli miktarda para ödenmesini konu alan bir referandum yapılması, yine bu konuda Finlandiya’da bazı uygulama hazırlıkları yapıldığına ilişkin haberler çalışma olgusunun nitel ve nicel boyutlarda önemli değişikliklere sahne olacağının habercileri gibi.
İnsanlık tarihine baktığımızda bu konuda iyimserliğin daha gerçekçi olduğunu düşünüyoruz. İnsanlığın gelişmesi uzun dönemde hep ileri doğru oldu. Ancak bu ilerleme dalgalı bir seyir izledi. Çıkış dönemleri yanında iniş dönemleri de oldu. Bu dönemler bazen 2-3 yıl, bazen 5-10 yıl, bazen daha da uzun sürdü. Ama trend hep ileri doğru oldu.
Son yıllarda 2008 ekonomik krizinden sonra da küresel ekonomi bir kriz dönemi yaşıyor. G-7’nin G-20’ye kadar genişletilmesi olumlu bir gelişmeydi. Bu gelişmenin G-40’lara G-60’lara doğru genişletilmesi beklenirken 2011-2012’den itibaren başta G-7 ülkeleri tüm G-20 ülkeleri de kendi başlarının çaresine bakma eğilimine girdiler. Hatta bu yıl Hamburg’da gerçekleştirilen G-20 toplantısında, daha önceki G-20 toplantılarının aksine, küreselleşmenin önemine bir vurgu bile yapılmadı. Bu davranışın özellikle ABD gibi G-20’nin en önemli ülkesinden kaynaklandığına ilişkin duyumlar küreselleşmenin geleceğine ilişkin umutları olumsuz olarak etkiledi. Zengin ülkelerin daha çok kendilerine dönük sorunlara odaklanmaya başlamaları, bu ülkelerdeki ırkçı gelişmeler, göçmenlere, farklı dinlere ve genelde farklılıklara ilişkin olumsuz tutum ve davranışlar bazı çevrelerde “globalizasyonun sonu mu geldi!” değerlendirmesinin dillendirilmeye başlamasını beraberinde getirdi.
Biz bu gelişmeleri küreselleşme sürecinin ilk iniş dönemine ilişkin sonuçlar olarak değerlendiriyoruz. Bu dönemde farklılıklara karşı gösterilen bu hoşgörüsüzlük eğiliminin küreselleşme sürecinde tersine çevrilmesi gerekiyor. Zira bilgi toplumunun küresel ekonomisi farklılıklarımızı insanları birbirinden ayırıp uzaklaştıran değil, insanların üretken özelliklerini tamamlayan ve sonuçta zenginliğin kaynağı olarak değerlendiriyor. Küreselleşme sürecinde artık sanayi toplumunun standart prototip insanlarına değil, birbirinden farklı üretkenlik özellikleri olan ve bu farklılıklarını sinerjik ve simbiyotik etkileşimlerle zenginliğe dönüştüren insanlara, işletmelere, kurum ve kuruluşlara ihtiyaç duyuluyor. Artık küresel seviyede gerçekleştirilen katma değer zincirlerinin, küresel seviyede gerçekleştirilen işbirliği ve ortaklıkların ön plana çıktığı bir döneme girdi insanlık. Bu gelişme de muhakkak ki farklılıklara ilişkin tavır ve davranışları değiştirecektir.
Küreselleşme sadece ekonomik alanda değil her alanda global bir etkileşim ve işbirliği gerektiriyor. Global bir hukuk sistemi gereksinimi kendisini ağırlıklı biçimde hissettirmeye başladı. Yine küresel liderlik ve yönetim tarzı önemli bir başarı şartı olarak kabul ediliyor. Nitekim bu yılın başında, ocak ayında İsviçre’de gerçekleştirilen Davos Toplantısı’nda “responsible leadership” (sorumlu liderlik) konusu adı geçen toplantının ana konusunu oluşturdu. Bu toplantıda ABD’de Chobani marka yoğurt üretimiyle büyük bir başarı kazanan Türkiye vatandaşı Hamdi Ulukaya’nın “conscious capitalism” (vicdanlı kapitalizm) adlı sunumu toplantının en çok ilgi uyandıran konuşmalarından biri oldu.
Sonuç olarak insanlığın hep ileri doğru giden trendi bilgi toplumunun küreselleşme sürecinde de muhakkak ki devam edecek. Kutuplaşmaların yerini işbirliği alacak. İşbirliği sinerjik ve simbiyotik etkiler yaratan farklılıkları bir araya getirip verimli ve inovatif yapılara dönüştürerek insanlığa yepyeni ufuklar açacak. Küreselleşme, üstte çok uluslu global örgütlerce, altta da bölgesel birliklerden uluslara ve oradan da şehir ve mahallelere kadar uzanana yerel yönetimlerce paylaşılan bir ilişkiler yumağı oluşturacak. Hem de küresel seviyede. Geçen yüzyılın başlarında duyulmaya başlanan, fakat sanayi toplumunun şartlarına uyum sağlayamadığı için unutulan bir kavram, “subsidiarite prensibi”, bu küreselleşme döneminde (muhakkak ki kendini yenileyerek) tekrar gündeme gelecek.
“Bunlar mümkün olabilir mi?” sorusu cevabını herhalde en anlamlı şekliyle aşağıdaki anekdotta buluyor: Küba devriminin gerçekleştirildiği ve Küba’ya ABD ambargosunun uygulandığı 1959-1960 yıllarının zorlu şartlarında Başkan Fidel Castro en yakın arkadaşı Che Guevara’ya sorar: “Yoldaş, bu ABD ambargosu ne zaman bitecek, ne zaman kurtulacağız bu ambargodan?” Che’nin cevabı ambargonun hiçbir zaman bitmeyeceğine işaret eden şu sözlerdir: “Başkan Yoldaş, bu ambargo ancak bir zenci ABD Başkanı ve bir Arjantinli de Papa olursa son bulur!”
Sonunda ne mi oldu? Bir zenci, Barack Hussein Obama, 2008’den 2017’ya kadar, 8 yıl Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanlık makamında oturdu. Bir Arjantinli de Buenos Aires’li bir Cizvit olan Kardinal Jorge Mario Bergoglio, 3 Mart 2013 tarihinde Vatikan’a papa olarak seçildi ve halen Papalık koltuğunda oturmaya devam ediyor. ABD’nin Küba ambargosunun ne olduğunu da hepimiz biliyoruz. Bir önceki ABD Başkanı Barack Hussein Obama başkanlığının son yılında Küba ambargosunu kaldırdı. Hem de Küba’yı ziyaret ederek!
Son olarak bilgi toplumunun globalizasyon sürecinde olası gördüğümüz bir başka değişikliğe daha işaret etmek istiyoruz. Kanaatimizce reel ekonominin kaynak dağılımı ve kaynak kullanımıyla birlikte üçüncü alanı olan ve şimdiye kadar gerek teoride ve gerekse uygulamada üvey evlat muamelesi gören gelir dağılımı bilgi toplumunun globalizasyon sürecinde çok daha büyük önem kazanacaktır.